26 Ocak 2012 Perşembe

TAKVA VE İMAN

KUL İTTİKA EDER, ALLAH İMAN GÖNDERİR

Takva ile iman arasındaki ilişki nasıldır? Bediuzzaman bu ilişkinin ipuçlarını İşarat-ul İcaz adlı eserinde “elezine yu’minune bil gaybi” bahsini anlatırken vermektedir.
Bakara suresinin ilk ayetlerinin tefsiri sadedinde muttakilerden bahsederken takvanın üç mertebesini anlatmaktadır. Takvanın kalbin temizlenmesi manasında tahliye vazifesi gördüğünü ve imanında kalbe ihsanı babında süsleyici, tahliye edici görevi yaptığını vurgular. Biz de bu bahisten hareketle takva ile iman arasındaki ilişkiyi anlamaya çalışacağız.
Bakara suresinin başında Kur’ana bir övgü var. Kitabın içinde hiçbir şüphenin bulunmadığı vurgusunu yaptıktan sonra adeta, bunun doğruluğunun şahidi muttakilerdir, der. Bir yandan ancak muttakilerin Kur’anın bu özelliğini anlayabileceği vurgulanmakta, bir yandan da muttakileri bu özelliğin tezahür ettiği bir meyve suretinde tasvir etmektedir. Zira ağacın kemali, meyvesinde tezahür eder. Bu ayetler hem Kur’anı övmekte hem de onun meyvesi olan muttakileri şahit gösterip övmektedir. Burada Ku’ran hidayet kaynağı olarak bahsedilirken muttaki olmayı da bu hidayete ulaşmanın vesilesi olarak vurgulamaktadır. Yani Ku’ran hidayetin kaynağı takva da o hidayete ulaşmanın vesilesi. Yaratıcı hidayet eder yani imanı verir. İman ona aittir. Kul, takva vesilesiyle o imanı kesbeder, kendine mal eder. Yani takva imanın kalbe gelmesinin vesilesidir. Ancak muttaki olan imana ulaşabilir. Ya da iman muttaki olanlara ihsan edilen bir nurdur. Ve takvanın devamı imanın devamının ve kemale ulaşmasının vesilesidir.
Burada Bediuzzaman imanla birlikte takvayı da derecelendirmektedir.
Takvanın ilk mertebesi şirki terktir. Bu da imanın kalbe gelmesinin vesilesidir. Kul, şirkten uzaklaştıkça kalpte iman fiili icra olur.
Takva burada tahliye görevini yani temizlenme görevini üstlenir. Camın üzerindeki kir temizlendiğinde ışık camdan geçerek odaya dolar. Ya da kalp penceresi önünde duran nefis perdesi ne kadar şeffaflaşırsa iman ışığı o nispette kalp hanesine girer ve hükmünü icra eder. Yani kalbi tahliye eder, süsler.
Burada takvanın birinci mertebesi tefekkür vesilesiyle şirkten kurtulmaya delalet ettiği gibi kalbin ameli ve zineti olan iman etme fiilinin de vesilesi olur.
Bu merhalede kişi mümin değilken imanın kapısını çalar ve şirkten kurtulmak suretiyle mümin olur. Burada takva imandan önce gelip imanın kalbe girmesine vesile olur. Kişi, “Ben hakikati tam manasıyla ihata edemem. Belki benim fikrim yanlıştır. Ben nasıl her şeyi bilirim?” tarzında takvanın eseri olan tefekkürü yapmak suretiyle gerçeğe kaynaklık yapma iddiasından vazgeçer, aklının sınırını görür ve hakikati öğrenme yoluna girer. Kendisi gibi bütün mahlûkatın aczini görmek suretiyle kendisini ve her şeyi yaratana yönelir. Onun yardımı olmadan hakikati bulamayacağını anlar. Ve şirkten kurtulur. Yaratıcı da onun kalbinde iman nurunu yakar. Onu vahye muhatap eder.
Takvanın ikinci merhalesi inandığı yaratıcıya isyandan korunmak manasında günahtan uzaklaşmak, “maasiyi terk” olarak adlandırılır.
Kişinin iman ediyor olması onun günah işlemeyeceği ya da isyan ifade eden tavrı göstermeyeceği anlamına gelmez. Kalbin ameli, şirkten kurtulmanın vesilesidir fakat isyandan kurtulmak için isyanı ima eden fiillerin terk edilmesi gerekir. Yani Allah’ın emrine karşı gelmekten kaçınılması gerekir. Bu aşamada Allah, fiili hidayet vesilelerini devreye sokar. Kişi artık isyandan kaçmak suretiyle Allah’ın emirlerine itaat nimetiyle nimetlendirilir. Kişi yaratıcıya karşı, “Ne yapmalıyım ki sana isyan etmiş olmayayım, senin razı olduğun doğru iş hangisidir?” tavrını takınır. Ve Rabbinin razı olacağı amele yönelir. Bu, bedenin ibadetini netice verir ki bunun da en cami tezahürü namazdır. Zira Kur’anda, “Namaz, insanı fahşâdan, münkerden, her çeşit çirkinlik ve kötülükten alıkoyar. (28/45)” ayetinde olduğu gibi insanı isyandan alıkoyacağını vurgular. Burada insan kalbin amelini namazına ya da bedeni ile yaptığı amellere yansıtmak suretiyle isyandan kurtulur. Yani kalbi ile iman ettiği Rabbe bedeni ile de itaat eder. Amelinin saiki iman olur. Allah adına işler, başlar, alır, verir vs. Azalarını ve diğer donanımlarını Allah’ın emrettiği şekilde kullanır, Allah’ın Resulüne uymaya çalışır, şeriata tabi kılar.
Kalbin ameli olan iman, asıldır. Bediuzzaman bunu bir sonraki ayeti izah ederken vurgulamakta yani “ellezine” izahında “el müminu” de “el” yerine “ellezine” nin kullanılışının maksadının kelimenin sılasına gönderme yapmak olduğunu söylemek suretiyle makbul olanın iman olduğunu, kişinin iman fiilini yerine getirdiği için övüldüğünü vurgular. Yani iman diğer üç mertebeyi de içeren amelin ruhu hükmünde olan bir cevherdir.
Önce kalp takva yoluyla, iman vesilesiyle itaat eder ve kişi şirkten kurtulur, daha sonra iman bedenin efaline de sirayet etmek suretiyle ya da amelini ibadete tahvil etmek suretiyle isyandan kurtulur.
Takvanın son merhalesi masivaullahı terktir. Burada esbabın vesilelikten tamamıyla azledilmesi ve dolaysıyla mülkün tamamıyla sahibine iadesi söz konusudur. “Açın gözünüzü! Allah'ın dostları üzerine ne korku vardır, ne de onlar mahzun olurlar. Onlar ki, iman etmişler ve Allah'a karşı gelmekten sakınmışlardır. (Yunus Suresi, 62-63) ayetlerinde de vurgulandığı gibi kul kalbinde ve ruhunda ondan gayrisine karşı minnet duymaz, korku ve hüzün yaşamaz. Allah’ın velisi, dostu olur. Dikkat edersek ayette ilk iki takva merhalesine sarahaten işaret edilmektedir.
Bu aşamada zekât yani mal ile yapılan ibadet devreye girer. Kul her şeyi ile Allah’a ait olduğunu ilan ve izhar babında sahip olduklarını ya da emanet olarak kendinde bulundurduklarını gerektiğinde Allah adına harcamakta tereddüt göstermez. Zekâtın en zirvesi şahadettir. Şahadet de bir nevi zekâttır. Yeri geldiğinde sahip olduğu en kıymetli şeyi Allah’a iade etmek ve her şeyi ona ait kılmayı bilfiil göstermektir. Ama asıl olan her an bütün sahip olduklarını Allah’ın olduğu bilincinde ona feda ederek yaşamaktır. Her anını ve her şeyini ona feda etmektir.
Özetle, kişi önce esbabın tesirini azletmek suretiyle şirkten kurtulur, imana girer. Sonra kendi fiilinde etkin olmadığını anlamak ve yaratıcı adına kendisine verilenleri istimal etmek suretiyle isyandan kurtulur. Rabbe muti bir abd olur. Daha sonra ondan gayrisini terk etmek suretiyle ya da her şeyini ve her şeyi ona feda etmek ona ait kılmak ya da nefsi de terk etmek suretiyle kâmil bir insan olur. Belki hadis-i kutside bahsedildiği tarzda “Allah’ın gören gözü işiten kulağı vs.” olur. Masivaullahı terk ancak amelini tamamen Rabbin rızasına uydurup mülkü ona teslim etmekle, onun yolunda feda edebilmekle mümkündür.
Burada her üç merhalede de takva, imana öncülük yapmaktadır. İlk aşama imanın kalbe girmesi aşamasıdır ki kişi kendinin dolayısıyla tüm yaratılanların yanılabilir olacağını kabul etmek yani “Ya benim bildiğim yanlışsa, hem ben nasıl beni aşan bir hususta hüküm verebilirim.” kabilinden tavırlar sergileyerek takvaya sarılır ve neticesinde iman onun kalbine ihsan edilir. Bu aşamada takva bir nevi enaniyetin ve kibrin terkine bakar. Hodbinlikten vaz geçip tevazu yolu tutulur. İnsan kendi yaradılış gerçeğini kabul eder. Kalbini ilm-el yakin imana mazhar eder. Bu aşamada kişiye Allah’ın insan bedeninde konuşan dili olan vicdan öncülük eder.
İkinci aşamada ise takva, yaratıcıya itaati netice veren amele binektir. Kişiyi ayn-el yakin imanın eşiğine taşır. Kul, fiiliyle yaratıcısını, yaratıcının hâkimiyetini onaylar. Ona isyanı terk etmek suretiyle emre muti olma nimetine mahzar olur. Kalbi ile yaptığı iman etme amelini fiiline yansıtır. Bu aşamada şeriat ve Allah Resulünün (asm) sünneti öncülük yapar.
Üçüncü merhalede de takva taşıyıcılık, bineklik vazifesini sürdürür ve insanı kemalatın zirvesine çıkarır. Yani hakk’al yakin iman mertebesine ulaştırır. Kul, masivaullahı terk etmek suretiyle tıpkı Rasulullah’ın (asm) Mirac’ında olduğu gibi kâinatı ardında bırakarak O’na yönelir. O’nun için her şeyi hatta nefsini de terk eder. O’na yanaşır. Her daim huzurda olur. Bu aşamada vicdan ve sünnetin yanında bizzat Allah’ın akrebiyeti ile cezbi öncülük eder.
Bu aşama bizim gibi nefisperestlerin anlayış merhalesinin çok fevkınde olduğundan sadece Bediuzzaman’ın ifadelerinden yola çıkarak kendi anlayışımı zikrettim. Rabbim takvanın üç merhalesinde kalbin, bedenin ve malın ibadetine nail olarak O’nun kurbiyetine yanaşmayı ve masivaullahı terke muvaffak olup O’na kâmil bir kul olarak mukabele etmeyi nasip etsin. Bizi korku ve endişeden azade olmuş dostlarından eylesin. Âmin.
Abdurreşid Şahin

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder