Subhanallah Derken Ne Kastediyoruz?
Bilindiği üzere tevhid iki kısımdır;
Birincisi: Amiyane zahiri tevhid ki taklidi olarak tarif edilir.
İkincisi: Tevhid-i hakikidir ki tasdiki olarak nitelendirilir. Bu çerçeveden bakıldığında her sözün amiyane, taklidi karşılığı olabildiği gibi tahkike dayalı tasdik edilmiş anlamı da vardır.
Bunu örneklemek açısından “Subhanallah” kelimesini ele alalım. Toplumda bunun anlamı olarak “Allah kusurdan beridir, münezzehtir.” tarzında bir açıklamaya muhatap olacaksınızdır. İsterseniz internetten Subhanallah’ın anlamını araştırın, benzer bir ifadeyle karşılaşırsınız.
Ben size Subhanallah yazıp aratınca ilk sayfadaki verilen açıklamaları paylaşayım.
Osmanlıca sözlükteki anlamı:
Allah sübhandır, bütün noksanlıklardan münezzehtir; her şey kendine tesbih eder (anlamında olup hayret ve taaccübü ifade için söylenir.) (bak: sübhan)
Diğerleri de şöyle:
Allah noksanlardan uzaktır, kemal sıfatlarla muttasıf (sıfatlanmış) tır.
Cenab-ı Hakkın zatında, sıfatında ve efalinde bütün kusurlardan ve noksanlıklardan uzak olduğunu ifade eder.
Cenab-ı Hakkı şerikten, kusurdan, noksaniyetten, zulümden, acizden, merhametsizlikten, ihtiyaçtan ve aldatmaktan ve kemal ve cemal ve celaline muhalif olan bütün kusurattan takdis ve tenzih etmek manası…
Allah’ı yüceltmek, noksanlıklardan tenzih etmek, yani Allah’ı övmek anlamına gelmektedir. Hoşumuza giden bir şeye “Ne kadar güzel yapılmış” diyerek yaratanı ve yaratılanı övmek “Sübhanallah” demektir.
Burada bütün meallerde yapılan ortak vurgu “Allah’ın kusursuz” olduğu hususudur. Peki, Allah’ın kusursuzluğu nasıl tasdikin konusu olacaktır. Allah gaybtır ve gayb bilinemez ya da test edilemez. Bilinemeyen bir şeyin kusursuzluğunu nasıl anlayabilirim?
Bu sorularla neyi kastettiğimi ilerde açıklayacağım. Ama öncelikle şunu demek isterim ki bu verilen açıklamalar doğru olmakla birlikte tasdiki gerektiren ifadeler. Yalnız başına çok bir anlam ifade etmez.
Subhanallah’ın farklı bir anlamı ise ;
“Kusur bana aittir, beni Yaratan’a, Allah’a değil.”, “Ben Yaratıcı’ya ait vasıflardan hadsiz derece uzağım”, “Kendime ve esbaba tesir vermekten mutlak kudret sahibi olan Yaratıcımı tenzih ederim, kasır olan benim. Yani ben Yaratıcı’ya ait vasıflara zerre miktar bile sahip değilim.”
Risale-i Nur'daki ifadesi ile:Dergah-ı İlahide abd, kendi kusurunu ve acz ve fakrını görüp Kemal-i rububiyetin ve Kudret-i Samedaniyyenin ve Rahmet-i İlahiyyenin önünde hayret ve muhabbetle secde etmektir.
Yani rububiyetin saltanatı, nasılki ubudiyeti ve itaati ister; rububiyetin kudsiyeti, paklığı dahi ister ki: Abd, kendi kusurunu görüp istiğfar ile ve Rabbını bütün nekaisten pak ve müberra ve ehl-i dalaletin efkar-ı batılasından münezzeh ve mualla ve Kainatın bütün kusuratından mukaddes ve muarra olduğunu; tesbih ile Subhanallahile ilan etsin.
Bu iki takdim tarzında önemli bir farklılık var. Her iki anlam da doğru olmakla birlikte metot olarak farklılık arz etmektedir.
Birinci tanım “Allah kusursuzdur.” demek suretiyle pratik olarak ispatı çok müşkül bir alana giriyor.
İkincide ise “Kusur bana aittir.” demekle pratikte tasdik edilebilecek bir alanda gidiyor.
Söylemek istediğimi bir misal üzerinde anlatmaya çalışayım:
Bir ışık kaynağı önünde şeffaflık özelliği olan bir cam madde ve onunda önünde ışığın yansıdığı beyaz bir perde hayal edin. Işık cam levhadan geçerek perdeyi aydınlatmaktadır. Şimdi ekrana bakıyoruz çoğu yeri aydınlık ve beyaz olmakla birlikte azımsanamayacak oranda değişik tonlarda karartılar gölgeler de var.
Rahatlıkla anlaşılacağı üzere ışık, Yaratıcı’yı; cam, engel insanı –ya da tabiatı- ekranda gözlemlediğimiz kainatı (duruma göre Mushaf olarak muhatap olduğumuz kitabı yada bakış açımızla şekillenen Resulün sünneti ve hadisleri de temsil edebilir.) temsil etmekte.
Şimdi farz edelim cam engel şuurlu olarak desin “Benim ve kainatın yaratıcısı olan Allah kusursuzdur, paktır, siyahlıktan münezzehtir.”
Bu sözünü nasıl ispat edebilir? Işığa bakamaz zira gözleri kör eden bir celali var. Kainata bakınca bir hayli karartılar görüyor. Bu ikisini nasıl telif edecek. Eli perdeye uzanmıyor ki karalıkları gidersin ve Yaratıcısının pak olduğunu göstersin. Bu bakış açısı ne ışığa bakıp onun kusursuzluğunu gözlemleyebilir nede perdedeki karartıları yok edebilir.
Sadece teorik olarak kusurların Yaratıcı’ya ait olmadığını takliden iddia edebilir. Çünkü “ışıkta kusur yok” iddiasıyla başladı. Bu iddiasını delillendirecek pratik bir çözümü yok. Sadece “İşittim ki ışık saftır, paktır, latiftir,onda karanlık yoktur.” diyebilir ve taklidi olarak bu hükmünü kabul edebilir.
Fakat ışığın yansıması olan perdedeki karanlıkları izah edemez. Farkında olmadan ışığa karanlık izafe edebilir.Yani ekrandaki karartıyı ondan zannedebilir. Işık hakkındaki inancında da şüpheye düşebilir, kalbindeki vesveseleri izale edemez.
Şimdi cam adına konuşan ikinci bir zişuur düşünelim. O, “ Perdede kusur ve siyahlık varsa bana aittir. Aydınlık karanlıkla bir arada bulunamaz. Işık tüm aydınlığın ve paklığın sahibidir. Ben değil.” der.
Peki,bu dediğini ispatlayabilir mi? En azından kalbini tatmin edecek bir izah getirebilirmi?
Evet. Mesela, “Perdede gördüğünüz karanlık bana aittir, benin camıma konan kirlerin yansımasıdır. İsterseniz ispat edeyim.” der ve camın üzerinde bulunan kirlerden bir kısmını temizler. Sonra ekranda koca bir karaltının kaybolup aydınlandığını müşahede eder.
Böylece perdedeki karanlığın kaynağının kendi camı olduğunu ispat etmiş olur. Aynı zamanda “Bakın kirleri temizleyebiliyorum ama aydınlığa ve beyazlığa katkı açısından hiç müdahale edemiyorum. Ben kaynak değilim ve ekranı aydınlatacak ışık bende yok.” diye aydınlığın ve paklığın sebebinin kendisi olmadığını, ışık kaynağının olduğunu bizzat kendi üzerinde tasdik eder.
Aynen bu misalde olduğu gibi bir insan “Allah kusursuzdur.” deyip ölümü, musibeti, zahiri zulümleri, işkenceyi, katli bir şer olarak görüp farkına varmadan Yaratıcı’ya şer isnat edebilir. (Dikkat! Burada katlin vs. şer olmağınısöylemiyorum. İnsana bakan yönüyle şerdir. Hakikatte şer değildir.)
itikaden demese de “Bu, kötü oldu; neden bu, başıma geldi?” kabilinden bilmeyerek o Yaratıcısından yarattığı aracılığıylaşekva edebilir. “O kusursuzdur.” iddiasını ispatlayamaz ve vesveselerden kurtulamaz.
Ama kusuru kendinde arayan bir bakış etrafında kusur görse bile bunun kaynağının kendisi olduğunu bilir ve problemi kendi üzerinden çözer. “Benim bakışımda kusur var, yanlış bakıyorum.” der ve bakışını düzeltmeye çalışır.
Örneğimize dönecek olursak ekrandaki siyahlıkları–camın konumundan-kaldırmaya çalışmak imkansızdır. Mesela ölümü alemden uzaklaştıramayız. Elimiz uzanmaz. Onu değiştiremeyiz. Kainatın işleyişine müdahale edemeyiz.
Ama ölüme bakışımızı değiştirirsek imani bir perspektifle ölümü algılarsak ekrandaki kocaman bir kara noktayı beyazlaştırabiliriz. Ölüme bakış açımızı düzelterek yani kendi camımıza konan kiri temizleyerek alemimizi aydınlatabiliriz.
Yine taklidi anlamda ölüm, güzeldir demek yeterli değil. Bizzat o bakış açısının pratik örneklerini ekranda gözlemlemeliyiz.
Bunun örnekleri Risale’de çokça mevcuttur, bu meselede ana konu olmadığı için Risale’ye havale edip konumuza devam edeceğim.
Amacım Üstad’ın bir kavramı nasıl ele alıp izah ettiğini göstermektir.Biz Subhanallah derken klasik anlayışla “Rabbim kusursuzdur.” deyip söylediğimiz sözün anlamını tasdik edecek bir ameliyeye tatbik etmezsek tasdike ulaşamayız.
Bu kelamın “Aslında kusurlu olan biziz.” anlamında anlaşılması gerektiğini aksi takdirde kuru bir iddiadan ve bir tasavvurdan öteye gidemeyeceğini anlayamazsak vesveselere karşı dayanamayız. Burada bakışı yani metodu değiştirmek şarttır.
Yaratıcı’ya odaklanarak tahkike ulaşamayız, tasavvurdan öteye geçemeyiz. Ama şahadet alemine yönelerek tasdike ulaşabiliriz. Kendimize ve kesbimize bakar, yansımalarını görür, tasdik ederiz.
Yani biz “La ilahe” dedikten ve tahkik ettikten sonra illallah’ı tasdik edebiliriz. Ve ilallah ilk tasdikten sonra kalbe itminan verir. Aksi durumda illallah deyip o halde “la ilahe” diyemeyiz. Delilimiz iddiamızdan daha gizli kalır.
Bir şeyin var olmasında kendimizin ve sebeplerin yetmezliğini ve kasır olduğunu müşahede edebiliriz ama mutlak olan Müsebib-ül esbabın etkisini ihata edemeyiz.
Esbabın tesirsizliğini tasdik ederek ancak mutlak olanın yapabileceği sonucuna ulaşabiliriz. “Allah yapıyor, o halde bizim tesirimiz yok.” eksik ve de yanlış. “Bizim tesirimiz yok ki bunu gözlemleyebiliyorum o halde her şeyin üzerinde olan mutlak bir kudret var ve iş gören O’dur.” Doğru.
Bu anlamda Subhanallah’ı kusuru-eksikliği, yetmezliği- kendimize almak tarzında Yaratıcımızı kusurdan tenzih etmek olarak anlayabildiğimiz gibi Yaratıcı’nın tenzihini de yapmış oluruz.Subhanallah’ın bir anlamı da esbabı tesirden azletmektir diyebiliriz. Zira Yaratıcı’nın kemali esbabın tesirinin ref’ine bakıyor. Burada bir hadisi aktararak anlattığımı özetleyeceğim.
Hadis şöyle:
Süfyan, Osman b. Mevhib’in şöyle dediği nakletmektedir:
“Musa b. Talha’nın şöyle dediği işittim: Resulullah (s.a.v)’e, “Subhanallah”
(Allah’ı, noksan sıfatlardan tenzih ederiz!)in anlamı soruldu. O da:
- ‘Allah’ı, kötü şeylerden tenzih etmektir.’ diye cevap verdi.”
Burada önemli olan konu bu tenzihin nasıl yapılacağıdır. Hareket noktamız “Allah kusurdan münezzehtir.” deyip onu ispatlamaya çalışmak mı, yoksa “Kusur bana yani esbaba aittir.” deyip onu ispatlamaya çalışmak mı olmalıdır?
Birinci tarz, konumu gereği ispatlanamaz bir alanda duruyor,gayb olan bir şeyin kusursuzluğunu ona bakarak test edemeyiz. Tanım gereği imkansızdır.
İkinci yaklaşım alem-i şahadette olduğu için test edilip ispatlanabilir ve Yaratıcı’nın kusursuzluğu tasdik edilebilir.
Gizli bir hazine olan ve hep öyle kalacak olan Yaratıcı’yı, O’nun bize gösterdiği tarzda yani yarattıkları aracılığıyla tanımalıyız.
Bu, Resulullah’ın bize öğretisidir:“Yaratıcıyı bilmek ve tanımak istiyorsanız yarattığına bakın. Zira burada O’na bakamazsınız.”
Bence, "Gizli bir hazine idim, bilinmek istedim, mahlukatı yarattım.” hakikatinin vermek istediği mesaj bu olsa gerek.
Son sözüm “Rabbim bizi Resulullah’ın talim ettiği sırat-ı müstakimde sabit kılsın.”Amin.
Birincisi: Amiyane zahiri tevhid ki taklidi olarak tarif edilir.
İkincisi: Tevhid-i hakikidir ki tasdiki olarak nitelendirilir. Bu çerçeveden bakıldığında her sözün amiyane, taklidi karşılığı olabildiği gibi tahkike dayalı tasdik edilmiş anlamı da vardır.
Bunu örneklemek açısından “Subhanallah” kelimesini ele alalım. Toplumda bunun anlamı olarak “Allah kusurdan beridir, münezzehtir.” tarzında bir açıklamaya muhatap olacaksınızdır. İsterseniz internetten Subhanallah’ın anlamını araştırın, benzer bir ifadeyle karşılaşırsınız.
Ben size Subhanallah yazıp aratınca ilk sayfadaki verilen açıklamaları paylaşayım.
Osmanlıca sözlükteki anlamı:
Allah sübhandır, bütün noksanlıklardan münezzehtir; her şey kendine tesbih eder (anlamında olup hayret ve taaccübü ifade için söylenir.) (bak: sübhan)
Diğerleri de şöyle:
Allah noksanlardan uzaktır, kemal sıfatlarla muttasıf (sıfatlanmış) tır.
Cenab-ı Hakkın zatında, sıfatında ve efalinde bütün kusurlardan ve noksanlıklardan uzak olduğunu ifade eder.
Cenab-ı Hakkı şerikten, kusurdan, noksaniyetten, zulümden, acizden, merhametsizlikten, ihtiyaçtan ve aldatmaktan ve kemal ve cemal ve celaline muhalif olan bütün kusurattan takdis ve tenzih etmek manası…
Allah’ı yüceltmek, noksanlıklardan tenzih etmek, yani Allah’ı övmek anlamına gelmektedir. Hoşumuza giden bir şeye “Ne kadar güzel yapılmış” diyerek yaratanı ve yaratılanı övmek “Sübhanallah” demektir.
Burada bütün meallerde yapılan ortak vurgu “Allah’ın kusursuz” olduğu hususudur. Peki, Allah’ın kusursuzluğu nasıl tasdikin konusu olacaktır. Allah gaybtır ve gayb bilinemez ya da test edilemez. Bilinemeyen bir şeyin kusursuzluğunu nasıl anlayabilirim?
Bu sorularla neyi kastettiğimi ilerde açıklayacağım. Ama öncelikle şunu demek isterim ki bu verilen açıklamalar doğru olmakla birlikte tasdiki gerektiren ifadeler. Yalnız başına çok bir anlam ifade etmez.
Subhanallah’ın farklı bir anlamı ise ;
“Kusur bana aittir, beni Yaratan’a, Allah’a değil.”, “Ben Yaratıcı’ya ait vasıflardan hadsiz derece uzağım”, “Kendime ve esbaba tesir vermekten mutlak kudret sahibi olan Yaratıcımı tenzih ederim, kasır olan benim. Yani ben Yaratıcı’ya ait vasıflara zerre miktar bile sahip değilim.”
Risale-i Nur'daki ifadesi ile:Dergah-ı İlahide abd, kendi kusurunu ve acz ve fakrını görüp Kemal-i rububiyetin ve Kudret-i Samedaniyyenin ve Rahmet-i İlahiyyenin önünde hayret ve muhabbetle secde etmektir.
Yani rububiyetin saltanatı, nasılki ubudiyeti ve itaati ister; rububiyetin kudsiyeti, paklığı dahi ister ki: Abd, kendi kusurunu görüp istiğfar ile ve Rabbını bütün nekaisten pak ve müberra ve ehl-i dalaletin efkar-ı batılasından münezzeh ve mualla ve Kainatın bütün kusuratından mukaddes ve muarra olduğunu; tesbih ile Subhanallahile ilan etsin.
Bu iki takdim tarzında önemli bir farklılık var. Her iki anlam da doğru olmakla birlikte metot olarak farklılık arz etmektedir.
Birinci tanım “Allah kusursuzdur.” demek suretiyle pratik olarak ispatı çok müşkül bir alana giriyor.
İkincide ise “Kusur bana aittir.” demekle pratikte tasdik edilebilecek bir alanda gidiyor.
Söylemek istediğimi bir misal üzerinde anlatmaya çalışayım:
Bir ışık kaynağı önünde şeffaflık özelliği olan bir cam madde ve onunda önünde ışığın yansıdığı beyaz bir perde hayal edin. Işık cam levhadan geçerek perdeyi aydınlatmaktadır. Şimdi ekrana bakıyoruz çoğu yeri aydınlık ve beyaz olmakla birlikte azımsanamayacak oranda değişik tonlarda karartılar gölgeler de var.
Rahatlıkla anlaşılacağı üzere ışık, Yaratıcı’yı; cam, engel insanı –ya da tabiatı- ekranda gözlemlediğimiz kainatı (duruma göre Mushaf olarak muhatap olduğumuz kitabı yada bakış açımızla şekillenen Resulün sünneti ve hadisleri de temsil edebilir.) temsil etmekte.
Şimdi farz edelim cam engel şuurlu olarak desin “Benim ve kainatın yaratıcısı olan Allah kusursuzdur, paktır, siyahlıktan münezzehtir.”
Bu sözünü nasıl ispat edebilir? Işığa bakamaz zira gözleri kör eden bir celali var. Kainata bakınca bir hayli karartılar görüyor. Bu ikisini nasıl telif edecek. Eli perdeye uzanmıyor ki karalıkları gidersin ve Yaratıcısının pak olduğunu göstersin. Bu bakış açısı ne ışığa bakıp onun kusursuzluğunu gözlemleyebilir nede perdedeki karartıları yok edebilir.
Sadece teorik olarak kusurların Yaratıcı’ya ait olmadığını takliden iddia edebilir. Çünkü “ışıkta kusur yok” iddiasıyla başladı. Bu iddiasını delillendirecek pratik bir çözümü yok. Sadece “İşittim ki ışık saftır, paktır, latiftir,onda karanlık yoktur.” diyebilir ve taklidi olarak bu hükmünü kabul edebilir.
Fakat ışığın yansıması olan perdedeki karanlıkları izah edemez. Farkında olmadan ışığa karanlık izafe edebilir.Yani ekrandaki karartıyı ondan zannedebilir. Işık hakkındaki inancında da şüpheye düşebilir, kalbindeki vesveseleri izale edemez.
Şimdi cam adına konuşan ikinci bir zişuur düşünelim. O, “ Perdede kusur ve siyahlık varsa bana aittir. Aydınlık karanlıkla bir arada bulunamaz. Işık tüm aydınlığın ve paklığın sahibidir. Ben değil.” der.
Peki,bu dediğini ispatlayabilir mi? En azından kalbini tatmin edecek bir izah getirebilirmi?
Evet. Mesela, “Perdede gördüğünüz karanlık bana aittir, benin camıma konan kirlerin yansımasıdır. İsterseniz ispat edeyim.” der ve camın üzerinde bulunan kirlerden bir kısmını temizler. Sonra ekranda koca bir karaltının kaybolup aydınlandığını müşahede eder.
Böylece perdedeki karanlığın kaynağının kendi camı olduğunu ispat etmiş olur. Aynı zamanda “Bakın kirleri temizleyebiliyorum ama aydınlığa ve beyazlığa katkı açısından hiç müdahale edemiyorum. Ben kaynak değilim ve ekranı aydınlatacak ışık bende yok.” diye aydınlığın ve paklığın sebebinin kendisi olmadığını, ışık kaynağının olduğunu bizzat kendi üzerinde tasdik eder.
Aynen bu misalde olduğu gibi bir insan “Allah kusursuzdur.” deyip ölümü, musibeti, zahiri zulümleri, işkenceyi, katli bir şer olarak görüp farkına varmadan Yaratıcı’ya şer isnat edebilir. (Dikkat! Burada katlin vs. şer olmağınısöylemiyorum. İnsana bakan yönüyle şerdir. Hakikatte şer değildir.)
itikaden demese de “Bu, kötü oldu; neden bu, başıma geldi?” kabilinden bilmeyerek o Yaratıcısından yarattığı aracılığıylaşekva edebilir. “O kusursuzdur.” iddiasını ispatlayamaz ve vesveselerden kurtulamaz.
Ama kusuru kendinde arayan bir bakış etrafında kusur görse bile bunun kaynağının kendisi olduğunu bilir ve problemi kendi üzerinden çözer. “Benim bakışımda kusur var, yanlış bakıyorum.” der ve bakışını düzeltmeye çalışır.
Örneğimize dönecek olursak ekrandaki siyahlıkları–camın konumundan-kaldırmaya çalışmak imkansızdır. Mesela ölümü alemden uzaklaştıramayız. Elimiz uzanmaz. Onu değiştiremeyiz. Kainatın işleyişine müdahale edemeyiz.
Ama ölüme bakışımızı değiştirirsek imani bir perspektifle ölümü algılarsak ekrandaki kocaman bir kara noktayı beyazlaştırabiliriz. Ölüme bakış açımızı düzelterek yani kendi camımıza konan kiri temizleyerek alemimizi aydınlatabiliriz.
Yine taklidi anlamda ölüm, güzeldir demek yeterli değil. Bizzat o bakış açısının pratik örneklerini ekranda gözlemlemeliyiz.
Bunun örnekleri Risale’de çokça mevcuttur, bu meselede ana konu olmadığı için Risale’ye havale edip konumuza devam edeceğim.
Amacım Üstad’ın bir kavramı nasıl ele alıp izah ettiğini göstermektir.Biz Subhanallah derken klasik anlayışla “Rabbim kusursuzdur.” deyip söylediğimiz sözün anlamını tasdik edecek bir ameliyeye tatbik etmezsek tasdike ulaşamayız.
Bu kelamın “Aslında kusurlu olan biziz.” anlamında anlaşılması gerektiğini aksi takdirde kuru bir iddiadan ve bir tasavvurdan öteye gidemeyeceğini anlayamazsak vesveselere karşı dayanamayız. Burada bakışı yani metodu değiştirmek şarttır.
Yaratıcı’ya odaklanarak tahkike ulaşamayız, tasavvurdan öteye geçemeyiz. Ama şahadet alemine yönelerek tasdike ulaşabiliriz. Kendimize ve kesbimize bakar, yansımalarını görür, tasdik ederiz.
Yani biz “La ilahe” dedikten ve tahkik ettikten sonra illallah’ı tasdik edebiliriz. Ve ilallah ilk tasdikten sonra kalbe itminan verir. Aksi durumda illallah deyip o halde “la ilahe” diyemeyiz. Delilimiz iddiamızdan daha gizli kalır.
Bir şeyin var olmasında kendimizin ve sebeplerin yetmezliğini ve kasır olduğunu müşahede edebiliriz ama mutlak olan Müsebib-ül esbabın etkisini ihata edemeyiz.
Esbabın tesirsizliğini tasdik ederek ancak mutlak olanın yapabileceği sonucuna ulaşabiliriz. “Allah yapıyor, o halde bizim tesirimiz yok.” eksik ve de yanlış. “Bizim tesirimiz yok ki bunu gözlemleyebiliyorum o halde her şeyin üzerinde olan mutlak bir kudret var ve iş gören O’dur.” Doğru.
Bu anlamda Subhanallah’ı kusuru-eksikliği, yetmezliği- kendimize almak tarzında Yaratıcımızı kusurdan tenzih etmek olarak anlayabildiğimiz gibi Yaratıcı’nın tenzihini de yapmış oluruz.Subhanallah’ın bir anlamı da esbabı tesirden azletmektir diyebiliriz. Zira Yaratıcı’nın kemali esbabın tesirinin ref’ine bakıyor. Burada bir hadisi aktararak anlattığımı özetleyeceğim.
Hadis şöyle:
Süfyan, Osman b. Mevhib’in şöyle dediği nakletmektedir:
“Musa b. Talha’nın şöyle dediği işittim: Resulullah (s.a.v)’e, “Subhanallah”
(Allah’ı, noksan sıfatlardan tenzih ederiz!)in anlamı soruldu. O da:
- ‘Allah’ı, kötü şeylerden tenzih etmektir.’ diye cevap verdi.”
Burada önemli olan konu bu tenzihin nasıl yapılacağıdır. Hareket noktamız “Allah kusurdan münezzehtir.” deyip onu ispatlamaya çalışmak mı, yoksa “Kusur bana yani esbaba aittir.” deyip onu ispatlamaya çalışmak mı olmalıdır?
Birinci tarz, konumu gereği ispatlanamaz bir alanda duruyor,gayb olan bir şeyin kusursuzluğunu ona bakarak test edemeyiz. Tanım gereği imkansızdır.
İkinci yaklaşım alem-i şahadette olduğu için test edilip ispatlanabilir ve Yaratıcı’nın kusursuzluğu tasdik edilebilir.
Gizli bir hazine olan ve hep öyle kalacak olan Yaratıcı’yı, O’nun bize gösterdiği tarzda yani yarattıkları aracılığıyla tanımalıyız.
Bu, Resulullah’ın bize öğretisidir:“Yaratıcıyı bilmek ve tanımak istiyorsanız yarattığına bakın. Zira burada O’na bakamazsınız.”
Bence, "Gizli bir hazine idim, bilinmek istedim, mahlukatı yarattım.” hakikatinin vermek istediği mesaj bu olsa gerek.
Son sözüm “Rabbim bizi Resulullah’ın talim ettiği sırat-ı müstakimde sabit kılsın.”Amin.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder