ÖLÜM NEDEN YARATILDI?
Yukarıdaki başlığı tekrar okuyun
ve üzerinde biraz düşünün. Kur’an, ölümden ‘yaratılmış bir mahlûk’
olarak bahseder. Sahi ölüm niçin yaratıldı?
Şimdi bir de sadece ‘yaratıldı’ kelimesini okuyun ve birkaç defa
manasını düşünerek tekrar edin. Bu kelime zihninizde neyi çağrıştırıyor? Ya da
soruyu şöyle sorayım, ‘yaratıldı’ kelimesi zihninizde negatif bir çağrışım oluşturuyor mu? İsterseniz
yaratılmış olan şeyleri bir bir sayın. Ben düşündüm ve hatta
saymaya çalıştım; zihnime negatif bir çağrışım gelmedi.
Nedense ‘yaratıldı’ deyince çiçekler, böcekler, bitkiler, hayvanlar, insanlar,
gökyüzünde ve yeryüzünde bulunan varlıklar ve göğün ve yerin
kendisi aklıma gelir. Ve hepsi de müspet çağrışımlardır yani
varlık cinsinden şeylerdir. Yokluk, yaratılma ile
birlikte anılmaz. Olmayan şeyin yaratılmışlığından da
bahsedilmez. Yatılmışlık bir şeyin yokluktan
çıkarılıp vücut kazandırılması anlamına gelir. Yani sıfırdan bire, eksiden
artıya ya da artıdan daha büyük bir artıya geçişi ifade eder.
Peki, musibetler, hastalıklar, ölümler, zulümler, şerler birer yaratık
değil mi, diye sorarsanız derim ki evet onlar yaratıktır ama onlara
yüklenen negatif anlamlar yaratık değildir. Yani
onların yaratılmasında negatiflik yok. Bizim onlara yüklediğimiz menfi
anlamları, haricî bir varlıkları yoktur. Bize öyle gelmektedir. Fotoğrafın tümüne
bakamamaktan kaynaklanan vehimlerdir onlar. Ana konu bu olmadığı için burada
kısa kesip yine konuya döneceğim. Dileyen Bediuzzaman’ın eserlerine
ve bilhassa Kader Risalesi’ne müracaat edebilir.
Evet, hastalık kula eziyet olsun diye verilmemiş. Daima şifa veren ve şafi olan Rabbimizi
tanıyalım diye verilmiş. Musibetler lezzetlere kapı açsın diye
yaratılmış. Cehennem de cenneti istetmek için yaratılmış. Mealen:
“Allah bir kulunu sevindirmek isterse önce devesini kaybettirir, sonra
buldurur.” hadisinin de rehberliğiyle elimizde
olan, verilmiş olup da fark etmediğimiz nimetin farkına varalım ve vereni
tanıyıp ona yönelelim diye verilmiştir musibetler.
Elbette başka hikmetleri de var. Eşyanın zıddıyla
tanınması, günahlara kefaret olması gibi.
Evet, elemin gidişi lezzeti doğurur, ıstırabın
kalkması memnuniyete kapı açar, sıkıntının giderilmesi neşe verir ve
insan ıstırabı nispetinde onun kalkmasından dolayı ferahlar, memnun olur. Bunlar
bize ıstırabın, elemin, musibetin anlamını anlamamıza yardımcı unsurlar. Hatta
diyebiliriz ki açlık ve susuzluk gibi fıtri hâller de bir nevi eziyettir ve
nimetin farkındalığı için şarttır. Tüm
bunlar menfiliklerin varlığının hikmetleri olup o menfilikleri müspete
dönüştürürler.
İkinci bir husus Allah’ın esmasının mahlûkatı ve hâllerini
gerektirmesi durumudur. Merhamet, muhtaçların varlığını gerektirir.
Şafi ismi hastalıkları ister, cömertlik de ihsana muhtaç olanların
varlığını gerektirir. İşte menfiliklerin yaratılışının bir
hikmeti de bu. Açlık olmadan nimet fark edilmez, nimet fark edilmeden de Mün’im
ve Rezzak olan Rab bilinmez.
Özetle musibetler ve menfilikler birer kamçıdır ve bizi Yaratıcı’nın
rahmetine sevk eder. Bize O’nu bildirir, tanıttırır. Yaratıcı, ihsan etmekten
ve merhametle mukabele etmekten kutsi bir telezzüz duyar ve kulların daimi
olarak kendine yönelmesini ister. Yaratıcı’nın birçok hikmete binaen musibetleri
yarattığını anlayabiliriz.
Peki ya ölüm?
Tüm musibet kabilinden menfilikleri bize göre negatife dönüştüren hatta müspet
olanları da daha beter menfiliklere dönüştüren ölüm niye
var ve nasıl müspet bir yaratılış olarak takdim
edilmekte? Ondaki negatifliği nasıl gidereceğiz? Yaratma
fiili ile ölümü nasıl telif edip uyuşturacağız? Yan yana
pek de hoş durmuyorlar gibi.
Şimdi hayatınızdan ölümü çıkarın ve farz edin ki ölüm öldürülmüş ya da hiç var
olmamış olsun. Madem ölüm yaratıktır ve pozitif bir varlıktır, ölümün yokluğu hayatımıza
nasıl bir eksiklik getirecek. Ölümün hayattan çıkması hayatımızdan neyi alıp
götürecek. Eğer bunu anlayabilirsek ne kattığını da
anlayabiliriz.
Hikmet açısından birçok şeyi
sayabiliriz. Yaşlıların çektiği eziyetten
tutun duygusal açıdan yaşayacağımız elemlere
kadar birçok sebep sayabiliriz. Ama Yaratıcı’nın esmasına bakan yönüyle ne gibi
bir eksiklik yaşarız sorusu en doğru yaklaşım olacaktır.
Zira yaratılışın nihai gayesi Yaratıcı’ya bakar. Biz Yaratıcı’ya ihtiyacımız nispetinde;
acımız, elemimiz nispetinde müracaat eder, O’na şükrederiz, yöneliriz. Ancak ebedî ve sonsuz
bir yönelişin olabilmesi için ebedî ve sonsuz bir ıstırabın var olması gerekir.
Yaratıcı’nın bekası ve sonsuzluğu
ancak ölümün eliyle bize sunulur. Zira ölüm bize ebedî yokluğu hatırlatır
hatta hissettirir. Kendimizin ve sevdiklerimizin ebedî helakini ruhumuza
fısıldar. Böylece daimî ve baki bir kaynağa bizi sevk
eder. O’na karşı daimî ve sürekli yönelişin kapısını
açar. Baki bir Yaratıcı’ya olan ihtiyacımızı görmemizi sağlar ve bizi
ebedî minnettar kalacağımız bir yola sürükler. Huzur-ı
daiminin kapısını aralar. Her an kendimizin, sevdiklerimizin ve sahip olduklarımızın
yitebiliyor oluşu onları bizim için sigortalayacak bir dayanağa bizi yöneltir
ve daimî ona yakarışımızı temin eder.
Nasıl küçük bir baş ağrısı için Yaratıcı’ya
pek yönelmeyiz fakat dehşetli hastalık karşısında O’na
yönelişimiz şiddetlenerek artar. Musibetimizin şiddeti
nispetinde yönelişimiz şiddetlenir ve
artar. Eğer ölüm yoksa bu yöneliş daimî olmaz. Ölüm,
özellikle zamanı belli olmayan ölüm, her an O’na ilticaya ihtiyaç hissettirir.
Yaratıcı’yla her an beraber olma arzusu uyandırır, huzura davet eder. Bu da
kulluğun ve yaratılışın nihai hedeflerinden biridir.
Evet, iyi ki ölüm var ve biz bekayı ve baki olanı onun sayesinde
istiyor ve arzu ediyoruz. O yüzden ölümü sık sık zikretmeliyiz ta ki ebedî
helaketten kurtulup baki olana kavuşalım.
Ölümle sonsuzun farkında oluyoruz ve baki lezzetin eşiğine çıkıyoruz. İnsandaki
sonsuzu isteme arzusu ölümle ortaya çıkar ve bakiye yöneliş ölüm sayesinde
olur. Cennetin ebedî lezzeti, ebedî yokluğu çağrıştıran ölümün
elinde sunulur bize. Ölüm gelmeden ölümsüzlüğü koklarız. Ne
hoş bir kokudur o ve ölümü anmak o hoş kokunun güzelliğini arttıran
bir iksir olur. Dünyevi olanı açılaştırırken uhrevi
ve baki olanı tatlılaştırır. İnsanı cesedin şehvetinden
uzaklaştırırken ruhun ve kalbin arzusuna ulaştırır. O hâlde
ölümü sevelim zira o tabaktan ebediyet meyvesini tadıyoruz. Baki olanın baki ayinesi
oluyoruz.
Son sözümüz yine bir dua olsun:
Allah’ım! Ölümün hakikatini anlayıp zevk etmeden canımızı alma. Bizi,
ölmeden önce -bütün sahiplik iddialarımızı terk ederek- ölen ve her şey ile Sana
yönelen kullarından eyle. Senin baki esmana baki ayinedarlıkla bizi şereflendir. Âmin!
Abdurreşid Şahin.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder