SUBHANALLAH DERKEN NE
KASDETİYORUZ?
Bilindiği
üzere tevhid iki kısımdır:
Birincisi:
Amiyane zahiri tevhid ki taklidi olarak
tarif edilir. İkincisi: Tevhid-i hakikidir ki tasdiki olarak nitelendirilir. Bu çerçeveden bakıldığında her sözün
amiyane, taklidi karşılığı olabildiği gibi tahkike dayalı tasdik edilmiş anlamı
da vardır.
Bunu
örneklemek açısından “Subhanallah” kelimesini ele alalım. Toplumda bunun anlamı
olarak “Allah kusurdan beridir, münezzehtir.” tarzında bir açıklamaya muhatap
olacaksınızdır. İsterseniz internetten Subhanallah’ın anlamını araştırın,
benzer bir ifadeyle karşılaşırsınız. Ben size Subhanallah yazıp aratınca ilk
sayfadaki verilen açıklamaları paylaşayım. Osmanlıca sözlükteki anlamı:
Allah
sübhândır, bütün noksanlıklardan münezzehtir;
her şey kendine tesbih eder (anlamında olup hayret ve taaccübü ifâde için
söylenir.) (bak: sübhân)
Diğerleri
de şöyle:
Allah
noksanlardan uzaktır, kemal sıfatlarla muttasıf (sıfatlanmış)
tır.
Cenab-ı
Hakkın zatında, sıfatında ve efalinde
bütün kusurlardan ve noksanlıklardan uzak olduğunu ifade eder.
Cenab-ı Hakkı şerikten, kusurdan, noksâniyetten, zulümden, acizden,
merhametsizlikten, ihtiyaçtan ve aldatmaktan ve kemal ve cemal ve celaline
muhalif olan bütün kusurattan takdis ve tenzih etmek mânası…
Allah’ı
yüceltmek, noksanlıklardan tenzih etmek, yani Allah’ı övmek anlamına
gelmektedir. Hoşumuza giden bir şeye “Ne kadar güzel yapılmış” diyerek yaratanı
ve yaratılanı övmek “Sübhanallah” demektir.
Burada
bütün meallerde yapılan ortak vurgu “Allah’ın kusursuz” olduğu
hususudur. Peki, Allah’ın kusursuzluğu nasıl tasdikin konusu olacaktır. Allah
gaybtır ve gayb bilinemez ya da test edilemez. Bilinemeyen bir şeyin
kusursuzluğunu nasıl anlayabilirim? Bu sorularla neyi kastettiğimi ilerde
açıklayacağım. Ama öncelikle şunu demek isterim ki bu verilen açıklamalar doğru
olmakla birlikte tasdiki gerektiren ifadeler. Yalnız başına çok bir anlam ifade
etmez.
Subhanallah’ın
farklı bir anlamı ise “Kusur bana aittir, beni Yaratan’a, Allah’a değil.”, “Ben
Yaratıcı’ya ait vasıflardan hadsiz derece uzağım”, “Kendime ve esbaba tesir
vermekten mutlak kudret sahibi olan Yaratıcımı tenzih ederim, kasır olan benim.
Yani ben Yaratıcı’ya ait vasıflara zerre miktar bile sahip değilim.” Risaledeki
ifadesi ile:Dergâh-ı İlâhîde abd, kendi
kusurunu ve acz ve fakrını görüp Kemâl-i rubûbiyetin ve Kudret-i Samedâniyyenin
ve Rahmet-i İlâhiyyenin önünde hayret ve muhabbetle secde etmektir. Yâni rubûbiyetin
saltanatı, nasılki ubûdiyeti ve itaati ister; rubûbiyetin kudsiyeti, pâklığı
dahi ister ki: Abd, kendi kusurunu görüp istiğfar ile ve Rabbını bütün
nekaisten pâk ve müberra ve ehl-i dalâletin efkâr-ı bâtılasından münezzeh ve
muallâ ve Kâinatın bütün kusurâtından mukaddes ve muarrâ olduğunu; tesbih ile Subhanallah
ile ilân etsin.
Bu
iki takdim tarzında önemli bir farklılık var. Her iki anlam da doğru olmakla
birlikte metot olarak farklılık arz etmektedir. Birinci tanım “Allah kusursuzdur.” demek suretiyle
pratik olarak ispatı çok müşkül bir alana giriyor. İkincide ise “Kusur bana aittir.” demekle pratikte
tasdik edilebilecek bir alanda gidiyor.
Söylemek
istediğimi bir misal üzerinde anlatmaya çalışayım:
Bir
ışık kaynağı önünde şeffaflık özelliği olan bir cam madde ve onunda önünde
ışığın yansıdığı beyaz bir perde hayal edin. Işık cam levhadan geçerek perdeyi
aydınlatmaktadır. Şimdi ekrana bakıyoruz çoğu yeri aydınlık ve beyaz olmakla
birlikte azımsanamayacak oranda değişik tonlarda karartılar gölgeler de var.
Rahatlıkla
anlaşılacağı üzere ışık, Yaratıcı’yı; cam, engel insanı –ya
da tabiatı- ekranda gözlemlediğimizkainatı(duruma
göre Mushaf olarak muhatap olduğumuz kitabı yada bakış açımızla şekillenen Resulün
sünneti ve hadisleri de temsil edebilir.)temsil etmekte. Şimdi farz edelim cam engel şuurlu olarak desin
“Benim ve kâinatın yaratıcısı olan Allah kusursuzdur, paktır, siyahlıktan
münezzehtir.” Bu sözünü nasıl ispat edebilir? Işığa bakamaz zira gözleri kör
eden bir celali var. Kâinata bakınca bir hayli karartılar görüyor. Bu ikisini
nasıl telif edecek. Eli perdeye uzanmıyor ki karalıkları gidersin ve Yaratıcısının
pak olduğunu göstersin. Bu bakış açısı ne ışığa bakıp onun kusursuzluğunu
gözlemleyebilir nede perdedeki karartıları yok edebilir. Sadece teorik olarak
kusurların Yaratıcı’ya ait olmadığını takliden iddia edebilir. Çünkü “ışıkta
kusur yok” iddiasıyla başladı. Bu iddiasını delillendirecek pratik bir çözümü
yok. Sadece “İşittim ki ışık saftır, paktır, latiftir,onda karanlık yoktur.” diyebilir
ve taklidi olarak bu hükmünü kabul edebilir. Fakat ışığın yansıması olan
perdedeki karanlıkları izah edemez. Farkında olmadan ışığa karanlık izafe
edebilir.Yani ekrandaki karartıyı ondan zannedebilir. Işık hakkındaki inancında
da şüpheye düşebilir, kalbindeki vesveseleri izale edemez.
Şimdi
cam adına konuşan ikinci birzişuur düşünelim. O, “ Perdede kusur ve siyahlık
varsa bana aittir. Aydınlık karanlıkla bir arada bulunamaz. Işık tüm aydınlığın
ve paklığın sahibidir. Ben değil.” der.
Peki,bu
dediğini ispatlayabilir mi? En azından kalbini tatmin edecek bir izah
getirebilirmi? Evet. Mesela,“Perdede gördüğünüz karanlık bana aittir, benin
camıma konan kirlerin yansımasıdır. İsterseniz ispat edeyim.” der ve camın
üzerinde bulunan kirlerden bir kısmını temizler. Sonra ekranda koca bir
karaltının kaybolup aydınlandığını müşahede eder. Böylece perdedeki karanlığın
kaynağının kendi camı olduğunu ispat etmiş olur. Aynı zamanda “Bakın kirleri temizleyebiliyorum
ama aydınlığa ve beyazlığa katkı açısından hiç müdahale edemiyorum. Ben kaynak
değilim ve ekranı aydınlatacak ışık bende yok.”diye aydınlığın ve paklığın
sebebinin kendisi olmadığını, ışık kaynağının olduğunu bizzat kendi üzerinde
tasdik eder.
Aynen
bu misalde olduğu gibi bir insan “Allah kusursuzdur.” deyip ölümü, musibeti,
zahiri zulümleri, işkenceyi, katli bir şer olarak görüp farkına varmadan Yaratıcı’ya
şer isnat edebilir. (Dikkat! Burada katlin vs. şer olmağınısöylemiyorum. İnsana
bakan yönüyle şerdir. Hakikatte şer değildir.) itikaden demese de“Bu, kötü
oldu; neden bu, başıma geldi?” kabilinden bilmeyerek o Yaratıcısından yarattığı
aracılığıylaşekva edebilir. “O
kusursuzdur.” iddiasını ispatlayamaz ve vesveselerden kurtulamaz.
Ama
kusuru kendinde arayan bir bakış etrafında kusur görse bile bunun kaynağının
kendisi olduğunu bilir ve problemi kendi üzerinden çözer. “Benim bakışımda
kusur var, yanlış bakıyorum.” der ve bakışını düzeltmeye çalışır. Örneğimize
dönecek olursakekrandaki siyahlıkları–camın konumundan-kaldırmaya çalışmak imkânsızdır.
Mesela ölümü âlemden uzaklaştıramayız. Elimiz uzanmaz. Onu değiştiremeyiz.
Kâinatın işleyişine müdahale edemeyiz.
Ama
ölüme bakışımızı değiştirirsek imani bir perspektifle ölümü algılarsak
ekrandaki kocaman bir kara noktayı beyazlaştırabiliriz. Ölüme bakış açımızı düzelterek
yani kendi camımıza konan kiri temizleyerek âlemimizi aydınlatabiliriz.
Yine
taklidî anlamda ölüm, güzeldir demek yeterli değil. Bizzat o bakış açısının pratik
örneklerini ekranda gözlemlemeliyiz. Bunun örnekleri Risale’de çokça mevcuttur,
bu meselede ana konu olmadığı için Risale’ye havale edip konumuza devam
edeceğim.
AmacımÜstad’ın
bir kavramı nasıl ele alıp izah ettiğini göstermektir. Biz Subhanallah
derkenklasik anlayışla“Rabbim kusursuzdur.”
deyip söylediğimiz sözün anlamını tasdik edecek bir ameliyeye tatbik etmezsek tasdike
ulaşamayız. Bu kelamın “Aslında kusurlu olan biziz.” anlamında anlaşılması
gerektiğini aksi takdirde kuru bir iddiadan ve bir tasavvurdan öteye gidemeyeceğini
anlayamazsak vesveselere karşı dayanamayız. Burada bakışı yani metodu
değiştirmek şarttır. Yaratıcı’ya odaklanarak tahkike ulaşamayız, tasavvurdan
öteye geçemeyiz. Ama şahadet âlemine yönelerek tasdike ulaşabiliriz. Kendimize
ve kesbimize bakar, yansımalarını görür, tasdik ederiz. Yani biz “lâ ilahe” dedikten ve tahkik ettikten
sonra illallah’ı tasdik edebiliriz.
Ve ilallah ilk tasdikten sonra kalbe
itminan verir. Aksi durumda illallah
deyip o hâlde “lâ ilahe” diyemeyiz.
Delilimiz iddiamızdan daha gizli kalır. Bir şeyin var olmasında kendimizin ve
sebeplerin yetmezliğini ve kasır olduğunu müşahede edebiliriz ama mutlak olan
Müsebib-ül esbabın etkisini ihata edemeyiz. Esbabın tesirsizliğini tasdik
ederek ancak mutlak olanın yapabileceği sonucuna ulaşabiliriz. “Allah yapıyor, o hâlde bizim tesirimiz yok.”
eksik ve de yanlış. “Bizim tesirimiz yok ki
bunu gözlemleyebiliyorum o hâlde her şeyin üzerinde olan mutlak bir kudret var
ve iş gören O’dur.” Doğru.
Bu
anlamda Subhanallah’ı kusuru-eksikliği, yetmezliği- kendimize almak tarzında Yaratıcımızı
kusurdan tenzih etmek olarak anlayabildiğimiz gibi Yaratıcı’nın tenzihini de
yapmış oluruz. Subhanallah’ın bir anlamı da esbabı tesirden azletmektir
diyebiliriz. Zira Yaratıcı’nın kemali esbabın tesirinin ref’ine bakıyor. Burada
bir hadisi aktararak anlattığımı özetleyeceğim. Hadis şöyle:
Süfyân, Osman b. Mevhib’in
şöyle dediği nakletmektedir: “Musa b. Talha’nın şöyle dediği işittim:
Resulullah (s.a.v)’e, “Subhanallah”
(Allah’ı, noksan sıfatlardan tenzih ederiz!)in anlamı soruldu. O da:
- ‘Allah’ı, kötü şeylerden tenzih etmektir.’ diye cevap verdi.”
(Allah’ı, noksan sıfatlardan tenzih ederiz!)in anlamı soruldu. O da:
- ‘Allah’ı, kötü şeylerden tenzih etmektir.’ diye cevap verdi.”
Burada
önemli olan konu bu tenzihin nasıl yapılacağıdır. Hareket noktamız “Allah
kusurdan münezzehtir.” deyip onu ispatlamayaçalışmak mı, yoksa “Kusur bana yani
esbaba aittir.” deyip onu ispatlamaya çalışmak mı olmalıdır? Birinci tarz,
konumu gereği ispatlanamaz bir alanda duruyor,gayb olan bir şeyin
kusursuzluğunu ona bakarak test edemeyiz. Tanım gereği imkânsızdır. İkinci
yaklaşım âlem-i şahadette olduğu için test edilip ispatlanabilir ve Yaratıcı’nın
kusursuzluğu tasdik edilebilir.
Gizli
bir hazine olan ve hep öyle kalacak olan Yaratıcı’yı, O’nun bize gösterdiği
tarzda yani yarattıkları aracılığıyla tanımalıyız. Bu, Resulullah’ın bize
öğretisidir:“Yaratıcıyı bilmek ve tanımak istiyorsanız yarattığına bakın. Zira
burada O’na bakamazsınız.” “Bence gizli bir hazine idim, bilinmek istedim,
mahlûkatı yarattım.” hakikatinin vermek istediği mesaj bu.
Son
sözüm “Rabbim bizi Resulullah’ın talim ettiği sırat-ı müstakimde sabit kılsın.”Âmin.
Abdurreşid
Şahin
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder