Rahman, kâinatı kime alamet kıldı?
Rahman suresinin ilk ayetlerini okurken kendi kendime
sordum: “ Rahman, kime Kur’an’ı öğretti?” Zira Kur’an’ın talimi işi insanı yaratmadan
önce vuku bulan bir şey gibi ifade ediliyor. Rahman, Kur’an’ı talim etti;
insanı yarattı, beyanı öğretti. Yani Kur’anı öğretme işi insanı yaratıp beyanı
öğretmesinden önce olmakta. O zaman Kur’an’ı kime öğretti? Kalbime bir mana
düşüyor ama zorlama olmasın diye meallere ve tefsirlere müracaat ediyorum.
Meallerde soruma pek yanıt bulamıyorum. Sadece birinde parantez içinde
“peygambere” ifadesi var. Bu ifade benim
dünyama gelenlerle tam örtüşmüyor.
Ben de tefsirlere
müracaat ettim. “Öğretilen” olarak insan diyenler, Hz. Âdem diyenler, Cebrail diyenler, Muhammed asm.
diyenler var ama benim dünyama gelenler hâlâ yok. Kendi kendime zorlama bir
yorum mu acaba diyorum. Fakat araştırmaya devam ediyorum. Fahrettin Razi’de bir açıklamayla
karşılaşıyorum, evet tamam, diyorum, şimdi oldu. Allemel Kur’an ayetinin başındaki “alleme” kelimesinin “alamet kıldı”
manasında olduğu ileri sürülmüş. Bu anlam bana çıkarımımın doğru olduğu
kanaatini verdi. En azından işari bir manası olabilir diye düşündüm.
Ben bu sureyi okurken kalbime gelen şöyleydi: Allah
rahmaniyetiyle kâinatı Kur’an’ın alameti kıldı. Yani kâinatı mücessem bir Kur’an
olarak yarattı. Sonra da insanı yaratıp ondaki manaları tekellüm edip beyan
edebilmeyi öğretti. Kur’an’la kâinatın ifade ettiği manayı beyan ettirdi.
Gerek kâinatın yaratılışındaki takip edilen sıra yani kâinatın
insanın yaratılışı için hazır edilişi ve insanın sonradan yaratılışı, gerekse
surenin devamındaki insana kâinatı okuma talimi yaptıran ayetler bana bu
kanaati verdi. Elbette ki diğer yorumların hepsi doğru ve öncelikli anlamları
öyledir. Fakat doğrudan muhatabiyet ve hayata tatbik açısından kalbime gelen
anlam beni ikna etti. Kendi anlayışımı Risaleler’den aldığım derslerle
örtüştüğü için daha tatminkâr buldum. Daha sonra zihnime 18. Söz’ün 3. Noktası
ve Mesnevi’deki benzer bahis geldi. Levha-i tefekkür ve levha-i ubudiyet. Kâinat
ve insan… Sani’in kemalini gösteren eser
ve o esere bakıp Sani’in maksadını anlayıp ona muhatap olan Muhammed as. Yani
insan. Şimdi isterseniz kademe kademe ayetleri takip edip ayetlerin bu manaya
delaletlerini anlamaya çalışalım.
Rahman ismi İşaret-ül
İ’caz’da da belirtildiği gibi ve de yine Razi’de yapılan benzer yorumla, nimetin
yaratılmasına bakıyor. Rahim ismi ise o nimetin bekasına bakıyor. Ayrıca Üstat bu iki ismin açıklamasını
yaparken birbirinin mütemmimi tarzında bahsediyor. Ve anahtar kilit örneğini ve
de lisan ile ruh örneğini veriyor. Ben de kâinat ve insan diyorum. Yani Rahman kâinata
bakıyor ve “her şeye ihtiyacı olanı veren merhamet” anlamında o kâinatı yarattı
ve insanı da kâinata denk tuttu yani dengini yarattı. Burada mütemmim manada
insanın yaratılışı Rahim ismine bakıyor. İfadede Rahman Kur’an’ı alamet kıldı
ve insanı yaratıp beyanı öğretti derken her ikisinin faili de Rahman dersek
eğer… Burada zahir olan insan için hadsiz ihtiyacına karşılık gelecek kâinatı
yaratması açısından “her şeyin ihtiyacını yaratan” manasında Rahman’a bakıyor.
İnsan- kâinat ilişkisinden doğan ve bekaya bakan anlam ise gizli tutulmuş, belki
sebepten dolayı Rahim ismi Rahman isminin içinde gizil manada mündemiçtir
diyebiliriz.
Kur’an’ın alamet kılınması hususu ise Risale talebelerine
yabancı bir tabir değil. Kâinatın mücessem Kur’an olması ve hatta, Risale
tabiriyle, Kur’an-ı kebir olarak tesmiye dilmesi. 12. Söz’de kâinattan bizzat Kur’an
olarak bahsedilmesi ki o bahis tam da bu
ayetlerin tefsiri gibi göründü bana. Hatta beyanın öğretilmesi ile hikmetin
verilmesi birbirine denk düşen anlamlar ki bazı tefsirlerde ‘beyan’ı hikmeti öğretti anlamında yorumlayanlar var. Evet, Kur’an kâinatı
tefsir eden beyani -kelami- bir
hitaptır. Kâinat dahi Kur’an’ın mücessem ayetleridir. Biri kudret kelimesi
diğeri hikmet kelimesidir. Biri tekellüm-i ilahinin mücessem ifadesi diğeri lâfzî
ifadesidir.
Burada bazı yorumlarda muhatabın melek ya da Cebrail as. olduğu
hususudur ki bu da bizim anladığımız manayı teyit eder. Melaike, kâinatın ve
mevcudatın ruhu hükmündedir ve her bir mevcuda müekkel bir melek vardır. Bu da
alametin zahirde mana-yı ismi cihetiyle değil işari olarak mana-yı harfi
cihetiyle olduğuna işaret eder. Bu anlamda nasıl insandan maksat sadece beden
olmadığı gibi kâinattan maksadın da sadece madde olmadığı ve onun ruhu hükmünde
olan Cebrail ya da melaike olduğu aşikârdır. Burada bir önemli husus da kâinatın
neyin alameti olduğu hususudur ki fazla detaya gitmeden özetle esma-ül hüsna
diyeceğim. Zira kâinat bize kendi yaratıcısının özelliklerini tanıtmaktadır. Bu
anlamda insanın yaratılıp beyanın ona öğretilmesi; kendini hadsiz mevcudatla
tanıtan yaratıcının kendini tanıttırmasına bedel, insanın O’nun eserine bakıp
O’nu tanımasına vurgu yapmaktadır. Yaratıcı kendini tanıtmak ve tanıttırmak için
kâinatı yaratıyor ve sonra da insanı kendine muhatap seçiyor. Evet, mükemmel
bir eser mükemmel bir sanii gösterir. O kemalde vasıfların sahibi olan yaratıcı
eserini muhatapsız bırakarak abes iş yapmaz. Zira kâinatta hiç abes bir iş
yoktur.
Surenin devamında insana kâinatı nasıl okuyacağı talim
edilmekte ve insana düşen vazife vurgulanmaktadır. İnsan kâinattaki nizamı ve
her şeyin yerli yerinde oluşu ve kastı görüp kâinata denk gelecek bir
ubudiyetle dengeyi sağlamalı ve onu ve kendisini anlamsızlık çukuruna atmamalı.
Risale’de makasıd-ı Kur’an bahsinde adaletle ubudiyetin eş tutulması ve akımul
vezne bil kıst ifadesine bakıyor diye anladım. Bu anlamda ubudiyet her
şeyi yerli yerine koymak anlamında, kâinatın iktiza ettiği muhatabiyeti
göstermek olarak anlıyorum.
İşte bu anlayış bana
gerek doğrudan kendimi muhatap etmem açısından gerekse kalben itminana ulaşmam
açısından daha doğru geldi. Doğrusunu Allah bilir. Ben buradan rabbimin
mesajını en kâmil muhatabı olan Resulullah’ın rehberliğinde ve kâinatın şahadetinde
okuyup anlayabilirim sonucunu çıkarıyorum.
Bu anlamda kâinatla ilişkimi anlamlandıran ve kâinatı ve kendimin
yaratılış maksadına en uygun olan bir bakış kazanmış oluyorum. Mesela bir
şeftaliye muhatap oluyorum. Onun yaratılışına dikkat ediyorum. Dıştaki zarif
ambalajına, onun hemen altındaki yumuşacık ve lezzet yüklü etli kısmına bakıyorum.
Sonra daha içerdeki çok sert kabuğuna ve en içindeki bütün ağacı cem eden orta
sertlikteki tohumuna bakıyorum. Yaratıcının bu birbirine zıt dört ayrı
yaratılışı aynı anda yapmasına hayran kalarak ve onlardaki hikmeti düşünerek
yaratıcının isimlerine ve özelliklerine olan delaletini okuyorum. Ve elahamdulillahi ala halikul şeftali diyerek
şükranımı beyan ediyorum. Bu surette şeftalinin ve üzerinde tecelli eden
sayısız sanatların, hikmetlerin yaratılış gayesi tezahür etmiş oluyor. Ve ben
de Rahim olan Kerim, Latif, Müzeyyin, Rezzak, Musavvir olan ve daha nice
vasıflarla yad edilen bir Rabbimin olduğunu öğrenip kalbi bir itminana ulaşıyor;
böyle bir yaratıcının muhatabı olmaktan dolayı hadsiz bir sürur hissediyorum.
Yoksa o şeftali ile ilişkim anlık lezzetlerin peşine takılan hadsiz elemlere gebe
bir ilişki olacaktı. Ebede âşık ve ebed için yaratılan kalbin hüsranı ile âlemim
kararacaktı.
Rabbim! Hadsiz çiçeklerden dürülmüş anlam yüklü bir buket
misali insaniyetime ihsan ettiğin kâinatı yaratılış hikmetine uygun olarak
okumayı ve onun sana olan şahadetlerini anlayıp Sana külli bir muhatap olabilmeyi
bize nasib et. Hayatımız boyunca kıstı
ikame edip senin şuurlu bir abdin olarak muhabbetini kazanabilmeyi de nasip et Rabbim! Âmin.
Abdurreşid Şahin.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder