21 Ağustos 2012 Salı


       Rahman, kâinatı kime alamet kıldı?   
http://www.kuranikerim.com/Arapca/index_image/55.sure/55-012.gif

Rahman suresinin ilk ayetlerini okurken kendi kendime sordum: “ Rahman, kime Kur’an’ı öğretti?”  Zira Kur’an’ın talimi işi insanı yaratmadan önce vuku bulan bir şey gibi ifade ediliyor. Rahman, Kur’an’ı talim etti; insanı yarattı, beyanı öğretti. Yani Kur’anı öğretme işi insanı yaratıp beyanı öğretmesinden önce olmakta. O zaman Kur’an’ı kime öğretti? Kalbime bir mana düşüyor ama zorlama olmasın diye meallere ve tefsirlere müracaat ediyorum. Meallerde soruma pek yanıt bulamıyorum. Sadece birinde parantez içinde “peygambere” ifadesi var.  Bu ifade benim dünyama gelenlerle tam örtüşmüyor.
 Ben de tefsirlere müracaat ettim. “Öğretilen” olarak insan diyenler,  Hz. Âdem diyenler, Cebrail diyenler, Muhammed asm. diyenler var ama benim dünyama gelenler hâlâ yok. Kendi kendime zorlama bir yorum mu acaba diyorum. Fakat araştırmaya devam ediyorum.  Fahrettin Razi’de bir açıklamayla karşılaşıyorum, evet tamam, diyorum, şimdi oldu. Allemel Kur’an ayetinin başındaki “alleme” kelimesinin “alamet kıldı” manasında olduğu ileri sürülmüş. Bu anlam bana çıkarımımın doğru olduğu kanaatini verdi. En azından işari bir manası olabilir diye düşündüm.
Ben bu sureyi okurken kalbime gelen şöyleydi: Allah rahmaniyetiyle kâinatı Kur’an’ın alameti kıldı. Yani kâinatı mücessem bir Kur’an olarak yarattı. Sonra da insanı yaratıp ondaki manaları tekellüm edip beyan edebilmeyi öğretti. Kur’an’la kâinatın ifade ettiği manayı beyan ettirdi.
Gerek kâinatın yaratılışındaki takip edilen sıra yani kâinatın insanın yaratılışı için hazır edilişi ve insanın sonradan yaratılışı, gerekse surenin devamındaki insana kâinatı okuma talimi yaptıran ayetler bana bu kanaati verdi. Elbette ki diğer yorumların hepsi doğru ve öncelikli anlamları öyledir. Fakat doğrudan muhatabiyet ve hayata tatbik açısından kalbime gelen anlam beni ikna etti. Kendi anlayışımı Risaleler’den aldığım derslerle örtüştüğü için daha tatminkâr buldum. Daha sonra zihnime 18. Söz’ün 3. Noktası ve Mesnevi’deki benzer bahis geldi. Levha-i tefekkür ve levha-i ubudiyet. Kâinat ve insan…  Sani’in kemalini gösteren eser ve o esere bakıp Sani’in maksadını anlayıp ona muhatap olan Muhammed as. Yani insan. Şimdi isterseniz kademe kademe ayetleri takip edip ayetlerin bu manaya delaletlerini anlamaya çalışalım.
 Rahman ismi İşaret-ül İ’caz’da da belirtildiği gibi ve de yine Razi’de yapılan benzer yorumla, nimetin yaratılmasına bakıyor. Rahim ismi ise o nimetin bekasına bakıyor.  Ayrıca Üstat bu iki ismin açıklamasını yaparken birbirinin mütemmimi tarzında bahsediyor. Ve anahtar kilit örneğini ve de lisan ile ruh örneğini veriyor. Ben de kâinat ve insan diyorum. Yani Rahman kâinata bakıyor ve “her şeye ihtiyacı olanı veren merhamet” anlamında o kâinatı yarattı ve insanı da kâinata denk tuttu yani dengini yarattı. Burada mütemmim manada insanın yaratılışı Rahim ismine bakıyor. İfadede Rahman Kur’an’ı alamet kıldı ve insanı yaratıp beyanı öğretti derken her ikisinin faili de Rahman dersek eğer… Burada zahir olan insan için hadsiz ihtiyacına karşılık gelecek kâinatı yaratması açısından “her şeyin ihtiyacını yaratan” manasında Rahman’a bakıyor. İnsan- kâinat ilişkisinden doğan ve bekaya bakan anlam ise gizli tutulmuş, belki sebepten dolayı Rahim ismi Rahman isminin içinde gizil manada mündemiçtir diyebiliriz.
Kur’an’ın alamet kılınması hususu ise Risale talebelerine yabancı bir tabir değil. Kâinatın mücessem Kur’an olması ve hatta, Risale tabiriyle, Kur’an-ı kebir olarak tesmiye dilmesi. 12. Söz’de kâinattan bizzat Kur’an olarak bahsedilmesi  ki o bahis tam da bu ayetlerin tefsiri gibi göründü bana. Hatta beyanın öğretilmesi ile hikmetin verilmesi birbirine denk düşen anlamlar ki bazı tefsirlerde ‘beyan’ı hikmeti öğretti anlamında yorumlayanlar var. Evet, Kur’an kâinatı tefsir eden beyani  -kelami- bir hitaptır. Kâinat dahi Kur’an’ın mücessem ayetleridir. Biri kudret kelimesi diğeri hikmet kelimesidir. Biri tekellüm-i ilahinin mücessem ifadesi diğeri lâfzî ifadesidir.
Burada bazı yorumlarda muhatabın melek ya da Cebrail as. olduğu hususudur ki bu da bizim anladığımız manayı teyit eder. Melaike, kâinatın ve mevcudatın ruhu hükmündedir ve her bir mevcuda müekkel bir melek vardır. Bu da alametin zahirde mana-yı ismi cihetiyle değil işari olarak mana-yı harfi cihetiyle olduğuna işaret eder. Bu anlamda nasıl insandan maksat sadece beden olmadığı gibi kâinattan maksadın da sadece madde olmadığı ve onun ruhu hükmünde olan Cebrail ya da melaike olduğu aşikârdır. Burada bir önemli husus da kâinatın neyin alameti olduğu hususudur ki fazla detaya gitmeden özetle esma-ül hüsna diyeceğim. Zira kâinat bize kendi yaratıcısının özelliklerini tanıtmaktadır. Bu anlamda insanın yaratılıp beyanın ona öğretilmesi; kendini hadsiz mevcudatla tanıtan yaratıcının kendini tanıttırmasına bedel, insanın O’nun eserine bakıp O’nu tanımasına vurgu yapmaktadır. Yaratıcı kendini tanıtmak ve tanıttırmak için kâinatı yaratıyor ve sonra da insanı kendine muhatap seçiyor. Evet, mükemmel bir eser mükemmel bir sanii gösterir. O kemalde vasıfların sahibi olan yaratıcı eserini muhatapsız bırakarak abes iş yapmaz. Zira kâinatta hiç abes bir iş yoktur.
Surenin devamında insana kâinatı nasıl okuyacağı talim edilmekte ve insana düşen vazife vurgulanmaktadır. İnsan kâinattaki nizamı ve her şeyin yerli yerinde oluşu ve kastı görüp kâinata denk gelecek bir ubudiyetle dengeyi sağlamalı ve onu ve kendisini anlamsızlık çukuruna atmamalı. Risale’de makasıd-ı Kur’an bahsinde adaletle ubudiyetin eş tutulması ve akımul vezne bil kıst ifadesine bakıyor diye anladım. Bu anlamda ubudiyet her şeyi yerli yerine koymak anlamında, kâinatın iktiza ettiği muhatabiyeti göstermek olarak anlıyorum.
 İşte bu anlayış bana gerek doğrudan kendimi muhatap etmem açısından gerekse kalben itminana ulaşmam açısından daha doğru geldi. Doğrusunu Allah bilir. Ben buradan rabbimin mesajını en kâmil muhatabı olan Resulullah’ın rehberliğinde ve kâinatın şahadetinde okuyup anlayabilirim sonucunu çıkarıyorum.  Bu anlamda kâinatla ilişkimi anlamlandıran ve kâinatı ve kendimin yaratılış maksadına en uygun olan bir bakış kazanmış oluyorum. Mesela bir şeftaliye muhatap oluyorum. Onun yaratılışına dikkat ediyorum. Dıştaki zarif ambalajına, onun hemen altındaki yumuşacık ve lezzet yüklü etli kısmına bakıyorum. Sonra daha içerdeki çok sert kabuğuna ve en içindeki bütün ağacı cem eden orta sertlikteki tohumuna bakıyorum. Yaratıcının bu birbirine zıt dört ayrı yaratılışı aynı anda yapmasına hayran kalarak ve onlardaki hikmeti düşünerek yaratıcının isimlerine ve özelliklerine olan delaletini okuyorum. Ve elahamdulillahi ala halikul şeftali diyerek şükranımı beyan ediyorum. Bu surette şeftalinin ve üzerinde tecelli eden sayısız sanatların, hikmetlerin yaratılış gayesi tezahür etmiş oluyor. Ve ben de Rahim olan Kerim, Latif, Müzeyyin, Rezzak, Musavvir olan ve daha nice vasıflarla yad edilen bir Rabbimin olduğunu öğrenip kalbi bir itminana ulaşıyor; böyle bir yaratıcının muhatabı olmaktan dolayı hadsiz bir sürur hissediyorum. Yoksa o şeftali ile ilişkim anlık lezzetlerin peşine takılan hadsiz elemlere gebe bir ilişki olacaktı. Ebede âşık ve ebed için yaratılan kalbin hüsranı ile âlemim kararacaktı.
Rabbim! Hadsiz çiçeklerden dürülmüş anlam yüklü bir buket misali insaniyetime ihsan ettiğin kâinatı yaratılış hikmetine uygun olarak okumayı ve onun sana olan şahadetlerini anlayıp Sana külli bir muhatap olabilmeyi bize nasib et. Hayatımız boyunca kıstı ikame edip senin şuurlu bir abdin olarak muhabbetini kazanabilmeyi de nasip et Rabbim!  Âmin.
Abdurreşid Şahin.




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder