3 Temmuz 2012 Salı


DİNLE  EY NEFSİM!
Gel, bugün sana anladığın dilden konuşmaya çalışacağım.
Ey nefsim!
Yemeğe çağrıldığında heyecanla ve ne yiyeceğini merak ederek gidiyorsun. Sofranın başına geçtiğinde iştahla, hiç zaman endişesi taşımadan aheste aheste yiyorsun. Hatta yemek biraz gecikecek olursa homurdanıyor, şikâyete başlıyorsun. Yemeğin veya yemek saatin azıcık ertelense tahammül bile edemiyorsun.
Ama aynı hassasiyeti namazında göstermiyor, ona da aynı iştiyakı duymuyorsun. Kalbinin gıdasını alırken heyecanlanmadan bir an önce huzurdan kaçma çabası içinde öylesine geçiştiriyorsun. Neden namazı geciktirmek seni rahatsız etmiyor. Sen O’ndan gelen nimetin gecikmesine şekva ededururken O’nu bekletmeyi nasıl kendine reva görüyorsun. Midenin beklemesine tahammülün yok ama ruhunun beklemesi seni pek üzmüyor nedense.
Ey nefsim!
Sorumluluk verdiğin kişilerin sorumluluklarını baştan savmalarına tahammül edemiyor, onları azarlıyorsun. Peki, sen ibadetlerini neden üstün körü, görev savma kabilinden yapıyor, onlara gereken önemi vermiyorsun?
Ey nefsim!
Bir iş görüşmesi öncesi görüşeceğin kişiyle neler söyleyeceğinin provasını önceden defalarca yapıyorsun. Nefsine pirim verecek bir sevgili ya da meşhur biriyle görüşmeden önce görüşme anını defalarca hayalinde canlandırıyor, heyecanla görüşme anını bekliyorsun. Acaba kâinatın Yaratıcısı, tüm sevdiklerini sana ihsan eden Rabbin onlardan daha mı az ehemmiyetli de O’nun randevusunu iştiyakla beklemiyor, O’nun huzurunda O’na ne söylediğinin farkında bile olmadan huzurundan ayrılıyorsun? Bir kişi, çocuğu ya da öğrencisi onu dinlemedi diye öfkelenir de kendi dili aracılığıyla ona konuşan sonsuz merhametli Rabbinin ne dediğini bilmeden ve onun huzurunda ondan gafil olarak ayrılırsa bu kişinin hâli ne kadar hazin olur bil ve ayıl.
Ey nefsim!
Üç öğün yetmezmiş gibi boş bulunduğun anlarda defalarca onu bunu atıştırıp yiyip içmeye devam edersin. Peki, neden aynı hassasiyeti kalb ve ruhunun ihtiyacı için göstermezsin? İbadetini hayatın tamamına yaymak yerine belli başlı amallere haps edersin. Hâlbuki midenin ihtiyacı olan bir dirhem yemek ve bir bardak su için ihtiyacının çok fevkinde ona yüklenirken baki nimetlere ihtiyaç duyan ruhunu ve her an doyurulmaya muhtaç olan kalbini neden ihmal edersin? Ebedî yolculuğunda onları aç-bîilaç bırakmakla hangi akıla hizmet edersin?
Ey nefsim!
Elbisenin üzerinde küçük bir pisliği kabul etmez, derhal yıkanması için çıkarırsın ya da temizlersin. Yemeğe düşen bir kıldan bile kıl kaparsın. Arabanda küçük bir çiziğe bile razı olmazsın. Hele hele yüzünde ve bedeninde bir çirkinliğe; kötü görüntüye asla tahammül etmezsin. Peki, hâlâ neden günahla kalbini kirletir, ruhuna eziyet edersin. Fani olanda gösterdiğin hassasiyeti bekaya açılan ve bakinin aynası olan kalbin için neden göstermezsin? Gelip geçici bir bez parçasına yapışan kirden kurtulmaya çalışıp da ebedî saadete müşteri kalbine ve baki ruhuna günahla niçin eziyet edersin? Aklını başına al, kalbini ve ruhunu ebedî azapta bırakacak günaha bulaşma. Bulaşırsan da Rabbin dergâhında pişmanlık suyu ile gözyaşı dökerek temizlenmeyi bekle. Tövbe et. O’na yönel. Kalbini ve ruhunu kirletmemeye azmet.

Ey nefis!
Iztırap içinde inleyen bedenin sesine kulak verip doktora koşuyor, doktora teslim olup onun reçetelerini kayıtsız şartsız uyguluyorsun. Fani bedenin geçici rahatsızlığı için böyle bir itaati gösteriyor da neden baki ve ebedi ruhunun, ebediyete müştak kalbinin ıztırabından kurtulmak için Rabbinin huzuruna koşup nefsini O’na teslim edip Resulüyle gönderdiği reçetelere uymuyorsun? Şifada tesiri olmayan bir sebebe bu derece sarılan insanın hakiki tesir sahibi ve tüm dertlerin ilacını elinde tutan Rabbine sarılmaması ne tuhaf…
Ey nefis!
Sıradan bir insanın sıradan küçük bir iltifatı seni memnun ediyor, gün boyu aklından çıkmıyor. Hatta o kişiye o iltifattan dolayı belki günler, aylar boyu minnet duyuyorsun. Bir âmirin, bir büyüğün senden hoşnut olup razı olması seni mutluluklara gark ediyor, memnun ediyor. Hâlbuki o kişi daha sonra seni kırıp incitebilirken, neden sen ey nefis semavi seda ile gelen “Ey itminana ulaşmış nefis! Sen O’ndan razı O senden razı olacak surette Rabbine dön.” iltifatına kulak verip O’na yönelmiyor, O’nu razı etmeye çalışmıyorsun.
Ey benin merhametli Rabbim!
Ben nefsimin sana isyanından muztarip, günahlarımdan pişman, isyanlarımdan mahcup bir hâlde huzuruna geldim. Biliyorum, adaletinle hükmetsen helak olurum, zira her türlü azabı hak ettim. Senin sonsuz rahmetine bigâne kalmam bile bu azabı iktiza eder ki hadsiz günahım, hadsiz azabı iktiza eder. Hatta tek bir günah bile hadsiz azabı iktiza edebilir. Mahiyetçe hadsiz, sayıca sayılmayacak kadar çok günahlarımı itiraf ediyorum. Nefsimi sana şekva ediyorum çünkü beni bu itiraftan alıkoymaya çalışıyor. Senin takdisin için verilmiş bazı duyguları kendi takdisi ve hatadan beri olduğu iddiası için kullanmakta. Bir firavun gibi, kusuru kendine almamakta. Ben de Üstadım gibi “Ey nefsim, sana tabi değilim… sen dilediğine ibadet edebilirsin…” diyerek Sana yöneldim ve Senin dergâhına yüz sürdüm. Hadsiz günah ve hatiatımı itiraf ediyorum. Nefsimin kusurunu da kabul edip Senin rahmetine yine Senin müjdene binaen yöneliyorum. Evet, ben nefsime zulmedip onda israf ettim. Madem Sen kendine rahmeti şiar edinmiş ve bütün günahları- herhangi bir kayıt koymadan- affedeceğini vaat etmişsin… ben Senin rahmetini bize bildiren Aziz Elçinin (asm) ve rahmetinin en bariz ifadesi olan Kelamının hürmetine bağışlanma diliyorum.
Bu Beraat gecesini hakkımda ve tüm af dileyenlerin hakkında günahlardan beraatımıza vesile kıl. Biz beraatı hakk etmesek de madem senin rahmetin iktiza ediyor, biz de talep ediyor, af ve mağfiretini bekliyoruz. Senden ümidini kesmeyen bu aciz kullarını geri çevirme Rabbim!
Âmin!

Abdurreşid Şahin

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder