DİNLE EY NEFSİM!
Gel,
bugün sana anladığın dilden konuşmaya çalışacağım.
Ey
nefsim!
Yemeğe
çağrıldığında heyecanla ve ne yiyeceğini merak ederek gidiyorsun. Sofranın
başına geçtiğinde iştahla, hiç zaman endişesi taşımadan aheste aheste yiyorsun.
Hatta yemek biraz gecikecek olursa homurdanıyor, şikâyete başlıyorsun. Yemeğin
veya yemek saatin azıcık ertelense tahammül bile edemiyorsun.
Ama
aynı hassasiyeti namazında göstermiyor, ona da aynı iştiyakı duymuyorsun.
Kalbinin gıdasını alırken heyecanlanmadan bir an önce huzurdan kaçma çabası
içinde öylesine geçiştiriyorsun. Neden namazı geciktirmek seni rahatsız
etmiyor. Sen O’ndan gelen nimetin gecikmesine şekva ededururken O’nu bekletmeyi
nasıl kendine reva görüyorsun. Midenin beklemesine tahammülün yok ama ruhunun
beklemesi seni pek üzmüyor nedense.
Ey
nefsim!
Sorumluluk
verdiğin kişilerin sorumluluklarını baştan savmalarına tahammül edemiyor,
onları azarlıyorsun. Peki, sen ibadetlerini neden üstün körü, görev savma
kabilinden yapıyor, onlara gereken önemi vermiyorsun?
Ey
nefsim!
Bir
iş görüşmesi öncesi görüşeceğin kişiyle neler söyleyeceğinin provasını önceden defalarca
yapıyorsun. Nefsine pirim verecek bir sevgili ya da meşhur biriyle görüşmeden
önce görüşme anını defalarca hayalinde canlandırıyor, heyecanla görüşme anını
bekliyorsun. Acaba kâinatın Yaratıcısı, tüm sevdiklerini sana ihsan eden Rabbin
onlardan daha mı az ehemmiyetli de O’nun randevusunu iştiyakla beklemiyor,
O’nun huzurunda O’na ne söylediğinin farkında bile olmadan huzurundan ayrılıyorsun?
Bir kişi, çocuğu ya da öğrencisi onu dinlemedi diye öfkelenir de kendi dili
aracılığıyla ona konuşan sonsuz merhametli Rabbinin ne dediğini bilmeden ve
onun huzurunda ondan gafil olarak ayrılırsa bu kişinin hâli ne kadar hazin olur
bil ve ayıl.
Ey
nefsim!
Üç
öğün yetmezmiş gibi boş bulunduğun anlarda defalarca onu bunu atıştırıp yiyip
içmeye devam edersin. Peki, neden aynı hassasiyeti kalb ve ruhunun ihtiyacı
için göstermezsin? İbadetini hayatın tamamına yaymak yerine belli başlı
amallere haps edersin. Hâlbuki midenin ihtiyacı olan bir dirhem yemek ve bir
bardak su için ihtiyacının çok fevkinde ona yüklenirken baki nimetlere ihtiyaç
duyan ruhunu ve her an doyurulmaya muhtaç olan kalbini neden ihmal edersin?
Ebedî yolculuğunda onları aç-bîilaç bırakmakla hangi akıla hizmet edersin?
Ey
nefsim!
Elbisenin
üzerinde küçük bir pisliği kabul etmez, derhal yıkanması için çıkarırsın ya da
temizlersin. Yemeğe düşen bir kıldan bile kıl kaparsın. Arabanda küçük bir
çiziğe bile razı olmazsın. Hele hele yüzünde ve bedeninde bir çirkinliğe; kötü
görüntüye asla tahammül etmezsin. Peki, hâlâ neden günahla kalbini kirletir,
ruhuna eziyet edersin. Fani olanda gösterdiğin hassasiyeti bekaya açılan ve
bakinin aynası olan kalbin için neden göstermezsin? Gelip geçici bir bez
parçasına yapışan kirden kurtulmaya çalışıp da ebedî saadete müşteri kalbine ve
baki ruhuna günahla niçin eziyet edersin? Aklını başına al, kalbini ve ruhunu
ebedî azapta bırakacak günaha bulaşma. Bulaşırsan da Rabbin dergâhında pişmanlık
suyu ile gözyaşı dökerek temizlenmeyi bekle. Tövbe et. O’na yönel. Kalbini ve
ruhunu kirletmemeye azmet.
Ey
nefis!
Iztırap
içinde inleyen bedenin sesine kulak verip doktora koşuyor, doktora teslim olup
onun reçetelerini kayıtsız şartsız uyguluyorsun. Fani bedenin geçici rahatsızlığı
için böyle bir itaati gösteriyor da neden baki ve ebedi ruhunun, ebediyete
müştak kalbinin ıztırabından kurtulmak için Rabbinin huzuruna koşup nefsini O’na
teslim edip Resulüyle gönderdiği reçetelere uymuyorsun? Şifada tesiri olmayan
bir sebebe bu derece sarılan insanın hakiki tesir sahibi ve tüm dertlerin
ilacını elinde tutan Rabbine sarılmaması ne tuhaf…
Ey
nefis!
Sıradan
bir insanın sıradan küçük bir iltifatı seni memnun ediyor, gün boyu aklından
çıkmıyor. Hatta o kişiye o iltifattan dolayı belki günler, aylar boyu minnet duyuyorsun.
Bir âmirin, bir büyüğün senden hoşnut olup razı olması seni mutluluklara gark
ediyor, memnun ediyor. Hâlbuki o kişi daha sonra seni kırıp incitebilirken, neden
sen ey nefis semavi seda ile gelen “Ey itminana ulaşmış nefis! Sen O’ndan razı
O senden razı olacak surette Rabbine dön.” iltifatına kulak verip O’na
yönelmiyor, O’nu razı etmeye çalışmıyorsun.
Ey
benin merhametli Rabbim!
Ben
nefsimin sana isyanından muztarip, günahlarımdan pişman, isyanlarımdan mahcup
bir hâlde huzuruna geldim. Biliyorum, adaletinle hükmetsen helak olurum, zira
her türlü azabı hak ettim. Senin sonsuz rahmetine bigâne kalmam bile bu azabı
iktiza eder ki hadsiz günahım, hadsiz azabı iktiza eder. Hatta tek bir günah
bile hadsiz azabı iktiza edebilir. Mahiyetçe hadsiz, sayıca sayılmayacak kadar
çok günahlarımı itiraf ediyorum. Nefsimi sana şekva ediyorum çünkü beni bu
itiraftan alıkoymaya çalışıyor. Senin takdisin için verilmiş bazı duyguları
kendi takdisi ve hatadan beri olduğu iddiası için kullanmakta. Bir firavun gibi,
kusuru kendine almamakta. Ben de Üstadım gibi “Ey nefsim, sana tabi değilim…
sen dilediğine ibadet edebilirsin…” diyerek Sana yöneldim ve Senin dergâhına
yüz sürdüm. Hadsiz günah ve hatiatımı itiraf ediyorum. Nefsimin kusurunu da
kabul edip Senin rahmetine yine Senin müjdene binaen yöneliyorum. Evet, ben
nefsime zulmedip onda israf ettim. Madem Sen kendine rahmeti şiar edinmiş ve
bütün günahları- herhangi bir kayıt koymadan- affedeceğini vaat etmişsin… ben Senin
rahmetini bize bildiren Aziz Elçinin (asm) ve rahmetinin en bariz ifadesi olan
Kelamının hürmetine bağışlanma diliyorum.
Bu
Beraat gecesini hakkımda ve tüm af dileyenlerin hakkında günahlardan
beraatımıza vesile kıl. Biz beraatı hakk etmesek de madem senin rahmetin iktiza
ediyor, biz de talep ediyor, af ve mağfiretini bekliyoruz. Senden ümidini
kesmeyen bu aciz kullarını geri çevirme Rabbim!
Âmin!
Abdurreşid
Şahin
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder