26 Haziran 2012 Salı


                              Duygular çarpışırsa  
Sayılar vardır, pozitif ve negatif. Çarpar, böler, toplar ve çıkartırız onları. Derken sonuçlara ulaşırız, negatif ya da pozitif. Tıpkı birbirleriyle çarpışan, bölünen, artan ve eksilen duygularımız, hislerimiz, tavırlarımız, hallerimiz gibi. Evet onların neticesinde müspet veya menfi karşılıklar görürüz. Bunların çarpışması neticesinde dünyamız müspet ya da menfi tesirler alır. Âlemde huzur melekleri yaratılır, ya da habis ruhlar sıkıntı, stres zülümat yayar dünyamıza. Âlemimiz nazarımıza göre şekillenir. Ya cennetin kokusunu taşır ya da cehennemin ateşini üfler ruhlarımıza. Tayyib kelimeler gibi yerine göre gösterilen doğru davranışlar tayyib ağaçlar misali âleme güzel kokular saçar. Tıpkı aksinde olduğu gibi habis kelimeler misali yanlış davranışlar da âleme kasavet veren necis kokulu ağaçlar gibi menfilikler yayar.
İnsan, fıtratı icabı müspet ve menfi duygularla donatılmış, müspet ve menfi tavırları ve davranışları netice veren hislerle mücehhez kılınmıştır. Sevebildiği, cesareti, merhameti, şecaati cömertliği olabildiği gibi; nefreti, kini, hıyaneti ve adaveti de vardır. Bunlardan azade kalması mümkün değildir. Müspeti ve menfisiyle kendisine takılmıştır. Peki yapılması gereken nedir? İnsan müspet ve menfi duygularını nasıl kullanmalı ki her halükarda sonuçları müspet çıksın ve cenneti haleti netice versin? Kendisine takılan bu duyguları nasıl kullanmalı ki doğru sonuçlara ulaşın?
                                 Pozitif x pozitif = pozitif
                                 Negatif x negatif = pozitif
                                 Pozitif x negatif = negatif
                                 Negatif x pozitif = negatif
       Duygular ve tavırlar tıpkı sayılar gibidir. Ve onların çalışma sistemi matematikteki gibidir. Her ne kadar matematikteki kesinliğe sahip olmasa bile işleyiş tarzı aynıdır. Bildiğimiz gibi matematikte pozitif ve negatif kavramları vardır. Ve bunlarla ilgili kurallar vardır. Mesela pozitifin pozitifle çarpımında sonuç pozitiftir. Aynı şekilde negatifi negatifle çarparsak sonuç yine pozitif olacaktır. Bunun yanında zıt olanların çarpımında sonuç negatif olacaktır. Negatifle pozitifin ya da pozitifle negatifin çarpımı aynı neticeyi verir: Negatif. İşte insan duyguları hisleri ve hallerinde durum bu tarzda işler. İnsanda bahsettiğimiz gibi müspet duygular ve hisler olduğu gibi menfi olanları da vardır. Aynı tarzda insanın dışındaki âlemde ve insanlarda da benzer menfilikler ve müspet durumlar vardır. Ben  bu duyguları,   halleri ve âlemdeki menfi ve müspet durumları ademî ve vucudî diye isimlendireceğim. Müspet olanları varlık cinsinden manasında vucudi, menfi olanları varlığın ya da güzelliğin, hayrın yokluğu manasında ademî -yokluk cinsinden- diye adlandıracağım.
İnsan iç dünyasında olanları âleme ve çevresindeki varlıklara salar, onları âlemdekilerle çarpıştırır ve neticesinde eline ya mutluluk ya da elem geçer. İnsandaki ademî ve vucudî duyguların âlemdekilerle çarpışması da tıpkı matematikteki gibi olur.
İsterseniz bir örnek üzerinden meramımızı anlatmaya çalışalım. Muhabbet insanda müspet bir duygudur. Modern  tabirle pozitif enerji yayar. Fakat her zaman müspet neticeler vermez. Bu duygumuzu doğru yerde kullanırsak doğru netice alırız. Mesela âlemdeki güzelliklere yöneltirsek bu duygumuzu neticesinde huzur ve saadet meyvesini devşiririz. Ama eğer çirkinliklere yalana dolana yöneltirsek neticede bize sıkıntı ve ızdırap olarak döner. Nasıl mı?
Mesela muhabbetinizi Allah’ın yarattığı bir varlık olan insana ve insandaki güzel hasletlere yöneltirseniz neticesinde müspet bir yansıma alır huzurlu olursunuz. Ama eğer muhabbetinizi o kişinin yalan tavırlarına menfiliklerine yöneltirseniz karşılığında o muhabbetin aksiyle sıkıntı ve hayal kırıklığıyla karşılaşırsınız. Burada bir kişinin kendine ait olmayan aslında Rabbinin ona takmış olduğu güzelliklere sahiplenmesi onun menfi tavırlarındandır. Biz kişinin bu yalanına muhabbet beslersek sonuçta hüsranla karşılaşırız. Görüldüğü gibi müspet olan bir duygu hem menfi hem müspet iki netice verebiliyor. Burada aynı zamanda kişiyle yalan tavırlarını ayırdığımız için, acaba yanlış mı yapıyorum ikileminden de kurtuluruz. “Allah’ın yarattığı vucudî bir varlık olarak kişiyi seviyorum ama onun menfi ve yalan tavırlarını sevmiyorum.” demek suretiyle muhabbetimizi dengeli kullanmış ikilemde kalmaktan kurtulmuş oluruz.
Bunun gibi menfi olan bir duyguda menfi ve müspet neticeler verebilir. Bu sefer bizdeki düşmanlık duygusunu seçecek olursak. Bu duygumuzu varlık cinsinden olan kişiye ya da ona takılmış olan güzel hasletlere yöneltirsek neticesinde doğru bir çarpıştırma yapmadığımız için menfiliklerle muhatap oluruz. Hem karşımızdakine hem de kendimize zarar vermiş oluruz. Ama eğer bu duygumuzu kişiyle menfiliklerini ayırmak suretiyle kişinin menfi tavırlarına ve yalanlarına yöneltirsek karşı taraf anlamasa da en azından biz rahatsız olmayız.
İnsan- insan ilişkilerinde durum bu şekilde olduğu gibi insan âlem ilişkilerinde de sistem benzer tarzda çalışır. İç dünyamızdaki tavırlar âlem aynasından aynen bize yansır. Ona ne verirsek onunla karşılık görürüz. Âleme muhabbet eken muhabbet biçer, adavet eken adavet biçer. Âlemdeki varlık cinsinden olan vucudi şeylere muhabbetimizi yokluk cinsinden ademî olanlara ise adavet gibi menfi duygularımızı yöneltebiliriz. Aslında Rabbimiz bize “Ben kulumun zannı üzereyim.” derken de bunu ima ediyor diye düşünüyorum. Zira  âlem hakkındaki zannımız onun yaratıcısı olan rabbimize olan zannımızın bir tezahürüdür. En nihayette yapmamız gereken Rabbimizin yarattığı mevcuda -ki onlar ya bizzat ya da neticeleri itibariyle  güzeldirler- müsbet yaklaşarak hüsnü zanla bakmalı, menfi duygularımızı da bizi eşyadaki müsbet yönleri görmemize engel olan ademî hallere ya da Rabbimizle irtibatı kesmeye sebep olan ademî durumlara ya da şeylere yöneltmeliyiz ki neticesinde saadet çıksın.
                               Muhabbet(e) x muhabbet = saadet
                               Adavet(e) x adavet = saadet
                               Adavet(e) x muhabbet = hasaret
                                Muhabbet(e) x adavet = hasaret
                                Mütekebbire tekebbür sadakadır. (İmam Şafii)
Bediüzzaman, Münazarat adlı eserinde kişiyi tavırlarından ayırmak gerektiğini vurgulayarak, her müminin bütün halleri müminane olmadığı gibi her kafirin de bütün hallerinin kafirane olmadığını söyler. Neticede, ehl-i kitaptan haremin olsa elbette seveceksin, diyerek kişiyle inancını nasıl ayırt edeceğimizi örneklemiştir.
Burada haklı olarak “İyi de biz hangi duygumuzun menfi, hangisinin müsbet olduğuna  nasıl karar vereceğiz, bazen karışıyor.” derseniz; ben bu problemi kendimce şöyle aştım: Ne ki cennette var, müspettir. Dolaysıyla cennette var olduğunu düşündüğümüz her duygu müsbet, olmadığını düşündüğümüz şey ise menfidir. Ayrıca nasıl fıkıhta helaller belli, haramlar bellidir ve arada şüpheliler vardır ve bunlardan kaçınılmalıdır. Bunun gibi biz de emin olduklarımızı uygulasak,  emin olmadığımız durumlarda da sessiz kalsak daha hayırlı olur diye düşünüyorum. Yine de karışık durumlar için bir çözüm istersek ben kendi içimde şöyle bir çözüm buldum: Mesela eleştiri iki ucu keskin bir duygudur, menfi ya da müsbet yönleri var. Bu durumda mesela bir yakınımızın, arkadaşımızın yanlışını düzeltmek maksadıyla ona eleştiri yönelteceksek vicdanımıza soralım. Eğer o kişiye karşı kızgınlığımız bizi eleştiriye sevk ediyorsa susalım ya da kişiye karşı bir kızgınlık hissediyorsak, ama eleştiri sonucunda o kişi ile ilişkimizin bozulacağınızı düşünüyor ve bunu istemiyorsak ve de eleştiriden kaçıyorsak bu durumda sırf karşımızdakini düşündüğümüz için onu ikaz etmemiz- ki bu durumda hissiyatımız karışmadığı için mümkün olduğu kadar nazik olacağızdır- onun hayrına olacaktır.
Her durumda insanın Rabbine yönelerek aczini izhar edip ona sığınması gerekir. Kendine  güvenmeden rabbinin kalbine ve vicdanına ilham ettiğini yapmalı neticeyi ondan bilmelidir. Sorumluluk açısından ise neticeyi hayır görürse allahtan bilmeli şer görürse kendini suçlamalı. Zira denklemi yanlış kurmuş demektir. Bizde öyle yapıp   Rasulullah’ın dilinden düşürmediği bir duanın manasıyla bitirelim sözümüzü:
Allah’ım bizi hakkı hak bilip ona uyma nimetiyle ve batılı batıl bilip ondan kaçınma nimetiyle rızıklandır. Âmin.
Abdurreşid Şahin

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder