Duygular
çarpışırsa
Sayılar
vardır, pozitif ve negatif. Çarpar, böler, toplar ve çıkartırız onları. Derken sonuçlara
ulaşırız, negatif ya da pozitif. Tıpkı birbirleriyle çarpışan, bölünen, artan
ve eksilen duygularımız, hislerimiz, tavırlarımız, hallerimiz gibi. Evet
onların neticesinde müspet veya menfi karşılıklar görürüz. Bunların çarpışması
neticesinde dünyamız müspet ya da menfi tesirler alır. Âlemde huzur melekleri
yaratılır, ya da habis ruhlar sıkıntı, stres zülümat yayar dünyamıza. Âlemimiz
nazarımıza göre şekillenir. Ya cennetin kokusunu taşır ya da cehennemin ateşini
üfler ruhlarımıza. Tayyib kelimeler gibi yerine göre gösterilen doğru
davranışlar tayyib ağaçlar misali âleme güzel kokular saçar. Tıpkı aksinde
olduğu gibi habis kelimeler misali yanlış davranışlar da âleme kasavet veren
necis kokulu ağaçlar gibi menfilikler yayar.
İnsan,
fıtratı icabı müspet ve menfi duygularla donatılmış, müspet ve menfi tavırları
ve davranışları netice veren hislerle mücehhez kılınmıştır. Sevebildiği,
cesareti, merhameti, şecaati cömertliği olabildiği gibi; nefreti, kini,
hıyaneti ve adaveti de vardır. Bunlardan azade kalması mümkün değildir. Müspeti
ve menfisiyle kendisine takılmıştır. Peki yapılması gereken nedir? İnsan müspet
ve menfi duygularını nasıl kullanmalı ki her halükarda sonuçları müspet çıksın
ve cenneti haleti netice versin? Kendisine takılan bu duyguları nasıl
kullanmalı ki doğru sonuçlara ulaşın?
Pozitif x pozitif = pozitif
Negatif x negatif = pozitif
Pozitif
x negatif = negatif
Negatif
x pozitif = negatif
Duygular ve tavırlar tıpkı sayılar gibidir. Ve onların
çalışma sistemi matematikteki gibidir. Her ne kadar matematikteki kesinliğe
sahip olmasa bile işleyiş tarzı aynıdır. Bildiğimiz gibi matematikte pozitif ve
negatif kavramları vardır. Ve bunlarla ilgili kurallar vardır. Mesela pozitifin
pozitifle çarpımında sonuç pozitiftir. Aynı şekilde negatifi negatifle
çarparsak sonuç yine pozitif olacaktır. Bunun yanında zıt olanların çarpımında
sonuç negatif olacaktır. Negatifle pozitifin ya da pozitifle negatifin çarpımı
aynı neticeyi verir: Negatif. İşte insan duyguları hisleri ve hallerinde durum
bu tarzda işler. İnsanda bahsettiğimiz gibi müspet duygular ve hisler olduğu
gibi menfi olanları da vardır. Aynı tarzda insanın dışındaki âlemde ve
insanlarda da benzer menfilikler ve müspet durumlar vardır. Ben bu
duyguları, halleri ve âlemdeki menfi ve müspet durumları ademî ve
vucudî diye isimlendireceğim. Müspet olanları varlık cinsinden manasında
vucudi, menfi olanları varlığın ya da güzelliğin, hayrın yokluğu manasında
ademî -yokluk cinsinden- diye adlandıracağım.
İnsan
iç dünyasında olanları âleme ve çevresindeki varlıklara salar, onları âlemdekilerle
çarpıştırır ve neticesinde eline ya mutluluk ya da elem geçer. İnsandaki ademî
ve vucudî duyguların âlemdekilerle çarpışması da tıpkı matematikteki gibi olur.
İsterseniz
bir örnek üzerinden meramımızı anlatmaya çalışalım. Muhabbet insanda müspet bir
duygudur. Modern tabirle pozitif enerji yayar. Fakat her zaman müspet
neticeler vermez. Bu duygumuzu doğru yerde kullanırsak doğru netice alırız.
Mesela âlemdeki güzelliklere yöneltirsek bu duygumuzu neticesinde huzur ve
saadet meyvesini devşiririz. Ama eğer çirkinliklere yalana dolana yöneltirsek
neticede bize sıkıntı ve ızdırap olarak döner. Nasıl mı?
Mesela
muhabbetinizi Allah’ın yarattığı bir varlık olan insana ve insandaki güzel
hasletlere yöneltirseniz neticesinde müspet bir yansıma alır huzurlu olursunuz.
Ama eğer muhabbetinizi o kişinin yalan tavırlarına menfiliklerine yöneltirseniz
karşılığında o muhabbetin aksiyle sıkıntı ve hayal kırıklığıyla
karşılaşırsınız. Burada bir kişinin kendine ait olmayan aslında Rabbinin ona
takmış olduğu güzelliklere sahiplenmesi onun menfi tavırlarındandır. Biz
kişinin bu yalanına muhabbet beslersek sonuçta hüsranla karşılaşırız. Görüldüğü
gibi müspet olan bir duygu hem menfi hem müspet iki netice verebiliyor. Burada
aynı zamanda kişiyle yalan tavırlarını ayırdığımız için, acaba yanlış mı
yapıyorum ikileminden de kurtuluruz. “Allah’ın yarattığı vucudî bir varlık
olarak kişiyi seviyorum ama onun menfi ve yalan tavırlarını sevmiyorum.” demek
suretiyle muhabbetimizi dengeli kullanmış ikilemde kalmaktan kurtulmuş oluruz.
Bunun
gibi menfi olan bir duyguda menfi ve müspet neticeler verebilir. Bu sefer
bizdeki düşmanlık duygusunu seçecek olursak. Bu duygumuzu varlık cinsinden olan
kişiye ya da ona takılmış olan güzel hasletlere yöneltirsek neticesinde doğru
bir çarpıştırma yapmadığımız için menfiliklerle muhatap oluruz. Hem
karşımızdakine hem de kendimize zarar vermiş oluruz. Ama eğer bu duygumuzu
kişiyle menfiliklerini ayırmak suretiyle kişinin menfi tavırlarına ve
yalanlarına yöneltirsek karşı taraf anlamasa da en azından biz rahatsız
olmayız.
İnsan-
insan ilişkilerinde durum bu şekilde olduğu gibi insan âlem ilişkilerinde de
sistem benzer tarzda çalışır. İç dünyamızdaki tavırlar âlem aynasından aynen
bize yansır. Ona ne verirsek onunla karşılık görürüz. Âleme muhabbet eken
muhabbet biçer, adavet eken adavet biçer. Âlemdeki varlık cinsinden olan vucudi
şeylere muhabbetimizi yokluk cinsinden ademî olanlara ise adavet gibi menfi
duygularımızı yöneltebiliriz. Aslında Rabbimiz bize “Ben kulumun zannı üzereyim.”
derken de bunu ima ediyor diye düşünüyorum. Zira âlem hakkındaki zannımız
onun yaratıcısı olan rabbimize olan zannımızın bir tezahürüdür. En nihayette
yapmamız gereken Rabbimizin yarattığı mevcuda -ki onlar ya bizzat ya da
neticeleri itibariyle güzeldirler- müsbet yaklaşarak hüsnü zanla bakmalı,
menfi duygularımızı da bizi eşyadaki müsbet yönleri görmemize engel olan ademî
hallere ya da Rabbimizle irtibatı kesmeye sebep olan ademî durumlara ya da
şeylere yöneltmeliyiz ki neticesinde saadet çıksın.
Muhabbet(e) x
muhabbet = saadet
Adavet(e)
x adavet = saadet
Adavet(e)
x muhabbet = hasaret
Muhabbet(e) x adavet =
hasaret
Mütekebbire
tekebbür sadakadır. (İmam Şafii)
Bediüzzaman,
Münazarat adlı eserinde kişiyi tavırlarından ayırmak gerektiğini vurgulayarak,
her müminin bütün halleri müminane olmadığı gibi her kafirin de bütün
hallerinin kafirane olmadığını söyler. Neticede, ehl-i kitaptan haremin olsa
elbette seveceksin, diyerek kişiyle inancını nasıl ayırt edeceğimizi
örneklemiştir.
Burada
haklı olarak “İyi de biz hangi duygumuzun menfi, hangisinin müsbet olduğuna
nasıl karar vereceğiz, bazen karışıyor.” derseniz; ben bu problemi
kendimce şöyle aştım: Ne ki cennette var, müspettir. Dolaysıyla cennette var
olduğunu düşündüğümüz her duygu müsbet, olmadığını düşündüğümüz şey ise
menfidir. Ayrıca nasıl fıkıhta helaller belli, haramlar bellidir ve arada
şüpheliler vardır ve bunlardan kaçınılmalıdır. Bunun gibi biz de emin
olduklarımızı uygulasak, emin olmadığımız durumlarda da sessiz kalsak
daha hayırlı olur diye düşünüyorum. Yine de karışık durumlar için bir çözüm
istersek ben kendi içimde şöyle bir çözüm buldum: Mesela eleştiri iki ucu
keskin bir duygudur, menfi ya da müsbet yönleri var. Bu durumda mesela bir
yakınımızın, arkadaşımızın yanlışını düzeltmek maksadıyla ona eleştiri
yönelteceksek vicdanımıza soralım. Eğer o kişiye karşı kızgınlığımız bizi eleştiriye
sevk ediyorsa susalım ya da kişiye karşı bir kızgınlık hissediyorsak, ama eleştiri
sonucunda o kişi ile ilişkimizin bozulacağınızı düşünüyor ve bunu istemiyorsak
ve de eleştiriden kaçıyorsak bu durumda sırf karşımızdakini düşündüğümüz için
onu ikaz etmemiz- ki bu durumda hissiyatımız karışmadığı için mümkün olduğu
kadar nazik olacağızdır- onun hayrına olacaktır.
Her
durumda insanın Rabbine yönelerek aczini izhar edip ona sığınması gerekir.
Kendine güvenmeden rabbinin kalbine ve
vicdanına ilham ettiğini yapmalı neticeyi ondan bilmelidir. Sorumluluk
açısından ise neticeyi hayır görürse allahtan bilmeli şer görürse kendini
suçlamalı. Zira denklemi yanlış kurmuş demektir. Bizde öyle yapıp Rasulullah’ın
dilinden düşürmediği bir duanın manasıyla bitirelim sözümüzü:
Allah’ım
bizi hakkı hak bilip ona uyma nimetiyle ve batılı batıl bilip ondan kaçınma
nimetiyle rızıklandır. Âmin.
Abdurreşid
Şahin
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder