ZITLAR NASIL CEM OLMUŞ
Mülk suresi kabir azabından kurtarıcı manasında el-Münciye diye adlandırılmıştır.
Ayrıca İbn Abbas kendini okuyan kimseyi kabirde müdafaa edeceği için, el-Mücadile diye isimlendirmiş. Bu
surenin münciye yada mücadile olması tevhide ve yaratıcının mutlakıyetine
yaptığı vurgudan ileri geliyor olsa gerektir. Özellikle ilk iki ayet tevhidi
öyle güçlü bir surette ilan ediyor ki bu ayetlerin hakikatine muhatap olan bir
akıl tüm şüphe ve vesveselerden kurtulabilir kanaatindeyim. Bu ayetler ciddi
bir tefekkür vesilesiyle insanı cehennemden koruyacak yada sorgu meleklerine
cevap teşkil edecek imana vesiledir diye düşünüyorum. Bu anlamda bu ayetlerin
üzerinde tefekkürle kalbime ve aklıma ihsan edilen bazı manaları paylaşmak
istiyorum. “O her şeye kadirdir”
ve “mülkün sahibidir” ve “bereket” kavramları üzerinde dururken.
Razi’de bir tartışma dikkatimi çekti. Özetle “O her şeye kadirse” diye başlayan
tartışmanın devamında: ‘şey’ kavramı üzerinde durulmakta ve ‘madum “şey” midir?’
diye sorulmakta. Kısaca var olanın yaratılması muhal ve var olanın “yok”
edilmesi muhaldir. Zira yaratma müspet bir şeye bakar; yokluk ademdir ve
menfidir. Nasıl vucudi bir fiil onunla ilişkilendirilebilir. Tarzında soruları
Allah’ın her şeye kadir olması ekseninde tartışılmış. Dorusunu isterseniz
yapılan açıklamaları ya anlamadım (muhtemelen öyle) yada izahlar yetersiz.
Hangisi olursa olsun getirilen izahlar beni tatmin etmedi kalbimde bir yakin hâsıl
olmadı. O zaman ben risale ekseninde bu sorunu nasıl anlarım diye düşünürken
işte aşağıdaki hakikatler dünyama geldi. Biraz kısa ve mücmel oldu; inşallah
daha detaylı çalışırım. Gelen hakikatler beni heyecanlandırdı ve itminan verdi.
Belki size de faydası olur diye bu hali ile istifadenize sunuyorum.
Her şey aynı anda hem var hem de yok hükmündedir. Kudrete
işaret etmesi açısından her şey mana-yı harfi ile mevcut; kendilerine bakan açıdan, mana-yı ismi ile madumdur.
Kudretin her şeye kadir olması iki zıddı cem etmesi açısından mutlakıyetini
ifade eder. Ancak iki zıddı bir arada tutan hem varı hem yoğu bir arada tutan
mutlak kudret sahibi – ve huve ala külli şeyin kadir- olabilir. Bu surette tefsirlerde
tartışılan “var olanın var” edilmesi ya da var olanın “yok” edilmesi tenakuzundan
kurtulmuş olunur. Her şey mana-yı harfiyle mevcuttur ve ona işaret ettiği
sürece var edilecektir, yani tüm
zamanlarda vardır. Mana-yı ismiyle de madumdur, hep ademde tutulacaktır ya da
tutulmaktadır. Her şeye kadir olmak bu
manada ona bakan veçhesiyleher şeyi daim var kılar ve yine kendilerine bakan veçhesiyle
daim yok eder ve bu iki zıttı bir arada kudretinde cem eder. Aynı anda vücuda
ve ademe kadirdir. Bir şeye işaret edildiğinde kendi adına var olma açısından
onu yok eder yaratıcısına bakan açıdan onu var kılmaya devam eder. Ve yine ona
bakan veçhesiyle bir şey, her şey hükmündedir ve her şeye bedeldir. Varlık mutlakıyeti
içinde barındırır ve bereket de bu anlamdadır. Ona bakan veçhesiyle orada
gözüken her şey mutlak kudretin tezahürüdür, varlık sonsuzdur. Bu açıdan
bakıldığında bütün zamanları ve mekânı bir şeyde cem etmiştir manasında
kudretin mutlakıyetine işaret eder.
Mutlak kudret bütün mekânları bir mekâna sığdırır öyle mi?
Evet bu anlamda küçüğü büyük, büyüğü küçük yapabilir. Ya da aynı anda bir şey
hem büyük hem de küçük olabilir. İşte ancak her şeye kadir olan buna muktedir
olabilir. Mesela bir hücre,kâinata göre küçükken içine girdiğiniz de sonsuz âlemle
karşılaşırsınız ve bu âlemin sınırına ulaşamazsınız. Yani hücrenin dibi yoktur,
büyüdükçe büyüyebilir. Kendi, içindeki sonsuz küçük zerreye göre sonsuz
büyüktür. Dev galaksi adaları dünyaya göre oldukça büyük olabilir ama kozmosun
içinde bir nokta da olabilir. Kâinat da hücreye göre hadsiz büyük, hücre
kâinata göre hadsiz küçüktür, insan da öyle kendi içinde bir zerreye göre
kâinat kadar büyük kâinata göre zerre kadar küçüktür. Büyüklük küçüklük
izafidir. Bir şey aynı anda sınırsız büyüklüğe ve hadsiz küçüklüğe sahip
oluyorsa bu mutlak kudretin bir tezahürüdür. Evet, ister bir dev galaksi
isterseniz bir atom, nerede durursanız durun orada hem büyüksünüz hemde küçük. Bu
anlamda çizgi film “Horton”u
izleyebilirsiniz, oldukça ufuk açıcı. Büyüklük ve küçüklük durduğunuz yere göre
değişiyor, izafileşiyor.Yani kudrete bakan veçhesiyle her şey her mertebede hem
küçüktür hem büyük. İşte yine zıtların cemi. Mutlak kudretin tezahürü.
Aynı şekilde tıpkı rüya ile gerçek hayat arasında mukayesede olduğu
gibi rüyada hadsiz an dünyada bir ana tekabül edebilir. Mesela insan rüya
içinde rüyalar görüyor olsun. İlk rüyanızdaki bir an rüya içindeki rüyanızda,
yani ikinci dereceden, sayısız anları içine alabilir. Üçüncü, dördüncü örneği
çoğaltabiliriz. Hadiste “İnsanlar uykudadır, ölünce uyanacaklardır.” diyor.
Yani bir anlamda rüya içinde rüya görüyoruz. Bir anda rüya vasıtasıyla çok
anları görebildiğimiz gibi bir üst rüya boyutuna göre sayısız anlardan birini
yaşıyor olabiliriz. Fakat ilginç olan bulunduğumuz an, bütün mertebelerin
içindedir. Şu an, üst zaman “rüya” boyutunun içinde olduğu gibi bütün alt
boyutlarda da vardır. Birinde bir an, birinde bin an, bir diğerinde sınırsız
bir an olarak.
Yaşadığımız âlemde iç içe zaman boyutları olarak şöyle bir
sıralama yapabiliriz: Rüyada çak sayıda anlar dünyada bir ana sığar. Berzahın
bir anı dünyanın binler anını içine alabilir. Cennetin bir anı kendi alt
boyutunda binler ve hatta sınırsız anları ve nihayette huzur-u İlahide
Cemalullah müşahedesinde bir an alt boyutlarda sayısız anları içine alabilir.
Miraca bir de bu açıdan bakmalı. Bu anlamda an dediğimiz şey de sonsuz küçük ve
sonsuz büyük olabilir, içinde sonsuzluğu barındırır ve hem sonsuz kısa hem
sonsuz uzun olabilir. Yine zıtların cemi
ve yine mutlak kudretin tezahürü.
Aynı anda iki zıddın
cemine bir örnek de insanın kendisidir. İnsan için sadece tek an vardır “şimdi”.
Şimdiye malik olan bütün anlara ve mekânlara malik olabilir. İnsan şimdinin
dışına çıkamaz, yaşadığı her an şimdinin içindedir. İsterse hayaliyle ya da
diğer latifeleriyle geçmişe ya da geleceğe gitsin, her halükarda şimdiyi yaşar.
Cesedi itibariyle bir anlık bir şimdi, hayvaniyeti, şehveti itibarıyla birkaç
dakika genişliğinde şimdi, aklı itibariyle daha geniş bir şimdi, hayali
itibariyle sınırları zorlayan bir şimdi, kalbi ve ruhu itibariyle sınırsız ve
sonsuz bir “şimdi”yi yaşar. Yani “şimdi”nin içinde bütün zamanları ve mekânları
cem eder. Aslında şahs-ı manevi
itibariyle –Mirac-ı Muhammedi misalinde olduğu gibi- tıpkı bütün zerrat-ı vücudunu
cem ettiği gibi iman ve intisap ile bütün zamanlardaki ve mekânlardaki ehl-i
tevhidi cem eder, külli bir şahs-ı manevi hükmüne geçer. Ve hatta tüm zerrat-ı kâinatla
birlikte cem olur, tek başına âlemi içinde cem eder. Geçmiş, gelecek her şey
onda cem olur. Cennet, cehennem, mülk ve melekût âlemleri onda dürülür. İşte bir şeyde her şeyi yaratan ve her şeyi
bir şey yapan mutlak kudretin tezahürüdür bu. Kudret mutlaksa her şeyi cem eder,
bir şeyi her şey yapar, zıtları aynı şeyde cem eder. Âleme bir de bu gözle
bakın, her şeye mutlak kudretin tezahürü olarak bakın, her şeyde kendinizi ve
kendinizde her şeyi müşahede edin, bakalım o zaman âlem nasıl bereketlenir. Evet,
mülk onundur, her şey onundur. Ve bir şeyi her şey yapan
her şeyi bir şey kadar kolay yapan mülkün sahibi odur. O “külli şeyin kadirdir.”
Bu bir tasavvur değil hakikattir, kudretin mutlakıyetinin zorunlu bir
sonucudur. Aksi takdirde iman kemale ermez. Şirk pisliğinden azade olmuş
olmaz. Sözümü İmam Ali’nin sözünü beliğ
bir surette şiirsel bir formda ifade eden Şeyh Galib’in sözü olsun:
“Hoşça bak zatıma ki zübde-i âlemsin sen.
Merdum-idide-i ekvan olan bir âdemsin sen”
Abdurreşid Şahin